20 Mart 2013 Çarşamba

“Gitmek ve gezmek her zaman heyecan verici”



“Damak çatlatan lezzet” dendiği anda renkli kemik gözlükleriyle gözümüzün önünde beliren Mehmet Yaşin, hazırlayıp sunduğu Yol Üstü Lezzet Durakları isimli programıyla Türkiye’nin lezzet arşivini de tutuyor. Yıllardır Türkiye ve dünyada binlerce tadı deneyimleyen Yaşin, kendisini hala gurme olarak tanımlamıyor, “Gurmelik başka bir iş. Şikemperver yani midesine düşkün tanımı benim için daha doğru” diyor.

Renkli kemik gözlükleriyle “damak çatlatan lezzet” kavramını hayatımıza katan Mehmet Yaşin’i bugün bilmeyen yok. Keyifli, samimi sohbetiyle Anadolu’yu sokak sokak gezen ünlü programcı, dile kolay tam 22 yıl gazetecilik yapmış. Atlas Dergisi’ni çıkaran, Hürriyet Dergi Grubu’nun ve Doğan Kitap’ın yayın yönetmenliğini üstlenen Yaşin, zamanla gezilerini lezzet deneyimleriyle bir araya getirmeye karar vermiş. Bugün gazete ve dergilerdeki köşe yazılarında, ayrıca CNN Türk için hazırladığı Yol Üstü Lezzet Durakları isimli programında, lezzetin peşinde uzun yolculuklar yapıyor, ünlülerle mutfak zevkleri ve kültürleri üzerine söyleşiler gerçekleştiriyor. Anadolu’nun hemen her yerini mutfak zenginliğiyle anlatan program, kıymetli bir Türkiye lezzet arşivi. Zamanla yok olmaya yüz tutan yemeklerimiz adına çok önemli bir kaynak aynı zamanda. Programın kıymeti bundan bir 15 yıl sonra çok daha fazla anlaşılacak belki. Anadolu lezzetlerini insanların sipariş vererek kolayca tadabilmelerini sağlamak amacıyla Yemek Sepeti ortaklığında yeni bir projeye de imza atan Yaşin’le projesi Lokum.com’dan ve yemek deneyimlerinden bahsettik.

Herkes size gurme diyor ama siz sürekli kendinizi gurme olarak görmediğinizi söylüyorsunuz…
Gurmelik kavramı bizde yanlış kullanılıyor. Gurmelik çok farklı ve zor bir iş. Yemekten bir kaşık alıp onun üstüne bir şeyler söylemek gurmelik değildir sanıyorum. Bu işin ciddi okulları var. Önce bu okulları okumak lazım. Sonra malzemeleri, malzeme uyumunu, tüm pişirme tekniklerini, bu tekniklerin yemeğe neler kattığını, yemek tarihini, mönü yapmayı, mutfağı yönetmeyi, dünya tatlarını ve daha birçok şeyi bilmek lazım. Ben bunların bazılarını bilmediğim için kendime “Şikemperver - Midesine düşkün” demeyi daha uygun buluyorum.

Yeni projeniz Lokum.com nasıl ortaya çıktı?
Yemek Sepeti’yle benzer projelerimizi birleştirdik diyebiliriz. Lokum.com, seçtiğimiz Anadolu lezzetlerini internetten sipariş verebildiğiniz bir site. Tabi Yemek Sepeti’nin alt yapısı bu zor projenin gerçekleşmesi için en önemli unsur oldu. Ben de yıllardan beri biriktirdiğim deneyimlerimle destek oluyorum. Yani hangi lezzet nerede bulunur, ne nerede bulunuyor, hangisi en lezzetli gibi. 

Anadolu lezzetlerini evlere taze ulaştırılmak ciddi bir sorumluluk… 
Evet bunun için de çok ciddi bir yatırım yapıldı. Üretici ürünü Lokum’a gönderiyor.Lokum’un özel deposunda bu ürün kontrolden geçiyor. Eğer uygunsa yine özel kutulara konup hemen müşteriye gönderiliyor. Tüm bu işlemler inanılmaz kısa bir sürede gerçekleşiyor. İnsanlar zamansızlıktan bu lezzetlere ulaşma olanağını bulamıyorlar. Proje tam da bu zamansız insanların sorularından ve taleplerinden oluştu zaten. Belki bu lezzetleri tadanlar, diğer lezzetleri de tatmak arzusu duyup keşif yolculuklarına çıkabilirler diye düşünüyorum.


Hazırladığınız Yol Üstü Lezzet Durakları uzun yıllardır sürüyor. Hayatınızı nasıl etkilendi program?
Sağlık açısından olumlu etkilediğini söyleyemem. Bel kalınlığım altı yıldır biraz daha arttı. Ama deneyim açısından çok zenginleştirdi. Şu an Türkiye’nin neresinde ne pişiyor, hangi malzemeler kullanılıyor, hangi pişirme teknikleri uygulanıyor biliyorum. Tabii bu bilgileri zaman zaman birbirine karıştırdığım da olmuyor değil...

Program için çok sık seyahat ediyorsunuz, yorucu oluyor mu?
Gezmek daha doğrusu gitmek her zaman heyecan verici ama kış aylarındaki yolculuklar beni biraz zorlamaya başladı. Ayrıca evde oturup kitap okumak isteğim her geçen gün biraz daha artıyor nedense. Bu özlemim yaşla ilgili olabilir. Seyahatteyken dönmek istiyorum, ama döndüğümde de aklım fikrim hep gitmeye takılıyor. Dünyada Alaska, Şili Patagonyası gibi ıssız topraklara gitmeyi seviyorum. Cape Town sık gittiğim bir kent. Çünkü çok lezzetli şaraplar ve etler orada. Bir de New York’un karmaşasını çok seviyorum.

Mutfakla aranız nasıl? Yemek yapar mısınız?
Zamanımın çoğunu mutfakta geçirmem ama yemek yapmayı bilirim. Daha çok canım sıkıldığı zamanlar mutfağa giriyorum. Çünkü yemek pişirirken tüm dertlerimi unuturum. Mutfağa sık girmem ama girince de hakkını veririm. En iyi yaptığım yemek güveçte türlü ve etsiz kuru fasulyedir. Kızarmış patlıcan üstüne sarmısaklı domates sosunda da rakip tanımam.

Gençlerin yemek kültürümüzü anlamak ya da bu alanda meslek sahibi olmak için nelere dikkat etmeleri gerek?
Kültürümüzün, yemeklerimizin peşine düşmeleri, tatmaları, öğrenmeleri lazım. Literatürü takip etmeleri şart. Ayrıca kendi aile büyüklerinden, kendi ailelerinin yemek alışkanlıklarını öğrenmeleri, bu alışkanlıkların peşine düşüp geçmişlerine gitmeleri gerekir. Bu konuda eğitim veren okullara misafir öğrenci de olabilirler.


Gurme keşifler yapmaya ve bunları yazmaya nasıl başladınız?
Gezginliğimle birlikte bu keşifler de başladı. Ben gittiğim coğrafyaları daha iyi kavrayabilmek için pazarlara ve arka sokaklara giderim. Çünkü gerçek insanlar oradadır. O kentin veya yörenin anlaşılması onların yemek kültüründen geçer. İşte bu nedenlerle gittiğim yerlerdeki lezzet duraklarının peşine düştüm. Bu lezzetli ve keyifli mekanları kendime saklamayıp, başkalarıyla da paylaşmak için bu keşifleri önce yazıya döktüm sonra da televizyona taşıdım.

Yerel lezzetlerimizi dünyaya yeterince tanıtabiliyor muyuz sizce?
Tanıtma bakımından başarısız değiliz, tam anlamıyla sıfırız. Bu işte baş görevlinin Kültür Bakanlığı olması gerekir. Daha sonra ise o yörelerin yerel yönetimlerinin bu tanıtıma ön ayak olması beklenir. Bu konuda en başarılı ilimiz Gaziantep. Bu kentin mutfak kültürünü artık Türkiye’de bilmeyen kalmadı. Bu çaba Antep’e turist olarak dönüş de sağladı.

Türkiye’nin geçmişten günümüze yeme-içmedeki gelişimini nasıl buluyorsunuz?
Oldukça ileri bir düzeyde buluyorum. Bunun en önemli kanıtı büyük sermayenin bu işe para yatırmaya başlamış olması. Bilirsiniz, sermaye gelecek görmediği bir işe para yatırmaz. Bu gelişimde ayrıca üniversitelerin gastronomi bölümlerinin ve mutfak okullarının da büyük payı oldu. Tabii biz yeme içme yazarlarını da bir kenara atmamak lazım. Onlar olmasaydı yemek kültüründen, yeme içme dünyasından kimsenin haberi olmayacaktı.



Hiç yorum yok: