29 Nisan 2013 Pazartesi

Makyajın sihirbazları


Fırçasız makyaj devri kapanalı çok oldu. Kusursuz bir makyajın ve profesyonel görünümün olmazsa olmazı makyaj fırçaları, neredeyse makyaj malzemelerinden bile daha çok itibar görüyor. Hangi fırça hangi malzeme ile nasıl kullanılmalı bilmiyorsanız makyajdan sınıfta kalacağınız kesin!



 Bakımlı ve güzel görünmek için makyaj malzemelerini doğru seçmek başrolde gibi görünse de bilenler bilir, makyaj dünyasının asıl sihirbazları kuşkusuz makyaj fırçalarıdır…
Makyaj yaparken kullandığımız malzemeler ve uygulama teknikleri doğru bir makyaj için büyük önem taşıyor. Dolayısıyla fırça seçimlerinin doğru yapılması; makyajı ve kullanılan malzemeyi ortaya çıkarmak, makyajın hakkını verebilmek adına şart. Makyaj malzemelerinin cilde uyan kaliteli ürünlerden seçilmesi gerektiğini zaten biliyoruz. Fırçalar ise doğru malzemeyi yüzünüze doğru uygulayabilmeniz için en gerekli yardımcılarınız. Herhangi bir ürünü doğru bir fırça olmadan uyguladığınızda başarılı sonuç alamayabilir, o ürünün ya da uyguladığınız tipte makyajın size yakışmadığını düşünebilirsiniz. Oysa doğru makyaj fırçalarını uygun ürünlerle birleştiren hiç kimse ben makyaj yapamıyorum diyemez, bundan emin olun.

Hangi makyaj hangi fırçayla?
Elinizde bir deste fırça var ve bunların hangisini hangi makyaj malzemesi için nasıl kullanmanız gerektiğini bilmiyorsanız öncelikle makyaj fırçalarını iyice tanımanız gerekiyor. Herhangi bir makyaj malzemesi alırken mutlaka hangi fırçayla uygulamanız gerektiğini öğrenmeyi de ihmal etmeyin. Eğer elinizin altında önerilen fırçadan yoksa ya makyaj malzemesinden vazgeçin ya da malzemeyi mutlaka kalitesinden emin olduğunuz bir markanın fırçasıyla tamamlayın.

Pudra fırçası
İri puflar, kocaman büyük ve tok fırçalar bu iş için ideal. Pudra fırçaları genelde toz pudra uygulamasında kullanıldıkları için açı farklılıkları olması gerekmiyor. Tok ve aynı boyda kıllara sahip oluyorlar. Kılların yumuşaklığı çok önemli çünkü genelde fırça kılının kalitesi fırçanın iyi olup olmadığını belirleyen asıl kriter. Toz partikülleri geniş, tok ve tombul fırçalarla çok daha kolay bir şekilde cildin tamamına yayılabiliyor. Dolayısıyla pudra cilde eşit dağılıyor ve dalgalı görüntüler oluşmuyor. Bazı pudralarla birlikte satılan süngerlerden artık vazgeçin, mutlaka uygun bir toz pudra allığı kullanmayı deneyin, farkı hemen göreceksiniz.

         Kapatıcı fırçası
Diğerlerine göre daha yeni yeni keşfedilen bu fırçalar, kesinlikle makyaj çantalarının son gözdeleri. Göz altındaki morlukları gizlemek ve daha taze bir görüntüyü kolayca elde etmek için en büyük kurtarıcımız göz altı kapatıcılarını elle uygulamaya alışkınız. Ancak yeni nesil ‘Concealer brush- Kapatıcı fırça’lar  bu konuda büyük rahatlık sağlıyor. Kapatıcının sivilce izleri üzerine ve gözaltına daha iyi uygulanmasına yardımcı oluyor. Fırçayı kapatıcıya batırdıktan sonra yumuşak dokunuşlarla uygulama yapılması gerekiyor. Çok daha hafif bir görünüm yakalamak mümkün, üstelik ellerinizi de malzemeye bulaştırmanıza gerek kalmıyor.

         Göz farı fırçası
Kedi dili olarak da anılan göz farı fırçalarının birçok farklı boyutu bulunuyor ve bunlar far sürmek ya da gölge vermek için kullanılıyor. Göz farlarını da eskiden aplikatörler yardımıyla uyguluyorduk ancak fırçadan alınan sonuçların ortaya koyduğu fark durumu tamamen değiştirdi. Kılları uca doğru yuvarlaklaşan türlerini tercih etmek gerekiyor çünkü farı gözkapağınıza daha iyi yaymanızı sağlıyor. Özellikle son dönemlerin gözde dumanlı ve dağıtılmış makyajları için göz farı fırçalarının kullanımı önemli. Küçük uçlu ve ince olanları eyeliner için ideal. Biraz daha tok ve kalın olanları ise far için kullanılıyor.  Fırçaların uçları küt ve dar çünkü far sürerken gözaltlarına bulaşan ve dökülen kalıntıları bu şekilde engelliyor. Daha küçük alanlara net bir biçimde sürebilmek için daha dar başlıklı olan fırçalar da var.

    Allık fırçası
Tombul fırçaların daha kısa olanları genelde allık fırçası olarak kullanılıyor. Ancak hafif eğik kesilmiş ve açılı olanları tercih etmek bu noktada büyük önem taşıyor çünkü açılı fırçalar yanakları ortaya çıkarmak, elmacık kemiklerini belirginleştirmek için ideal. Açısız ve kabarık olanlar ise daha çok yanakların ortasına hafif bir renk dokunuşu yapmak için uygun. Genelde pudra fırçalarıyla benzedikleri için her iki görevde de kullanılabilecekleri düşünülür ama bu son derece yanlış. Pudrayı pudra, allığı allık fırçasıyla uygulamak gerekiyor. 

Blender
Blender’ların sihrini bilmeyen yok. İki ayrı far rengini birbirine karıştırmak için üretilen bu tip fırçalar günü kurtarıyor. Uyguladığınız farklı iki rengi teninizde birbirine harmanlamak istediğinizde blender fırçanızı yumuşak ve yuvarlak dokunuşlarla hareket ettiriyorsunuz, sonuç şaşırtıcı şekilde kusursuz oluyor.

Buğu fırçası (çizgi yumuşatıcı)
Far ya da kalem sürdüğünüzde oluşan çok kalın ya da fazla ince keskin görüntülere son veren çok özel bir fırça tasarımı. Buğu fırçası da yeni nesil makyajın öncülerinden. Özellikle de dumanlı ve derin bir bakış yakalamak için ideal. Fırçadan çok küt bir köpük gibi düşünün. Gözlerinize çektiğiniz kalem ve farları dağıtıyor, daha silik ve daha buğulu bir görüntü elde etmenizi sağlıyor.

Dudak fırçası
Rujunuzu mutlaka fırçayla sürmelisiniz. Genelde daha pratik olduğu için üşengeçliğimize yenik düşerek ruju eski usulde direk dudağımıza değdirerek süreriz. Oysa bu rujun doğal yayılmasını ve rengini belli etmesini engelleyerek kalıp gibi bir görüntü yaratıyor. Dudak fırçalarının ince ve sivriltilmiş bir yapısı ve oldukça yumuşak kılları olmasına dikkat edilmesi gerekiyor. Dudak hattı çizmek için de çok işe yarıyorlar.

Kaş ve kirpik fırçaları
Kaşlarını ve kirpiklerini taramak makyaj kalıntılarını alarak onları düzeltmek için kullanılan bu fırçalar her kadının çantasında olmalı. Özellikle kirpik fırçası, rimel sürdükten sonra kirpikleri ayırmak ve kalıntılardan arındırmak için ideal. Aynı şekilde göz makyajını gösterebilmek için kaşların kaç fırçasıyla düzeltmiş olması gerekiyor. Bu iki fırçayı tek bir gövdede birleştiren pratik modeller çantada taşımak için ideal. 





 Fırçanıza iyi bakın!
·        Fırçanızın markasından, kıllarının ne tip tüylerden yapıldığından, yumuşaklığından ve birlikte kullanılması gereken üründen emin olun!

·        Fırça için “Çok pahalı, ne gerek var” gibi bir düşünceye asla kapılmayın! En az makyaj malzemeleri kadar bu konuda da cömert olmaya hazırlanın.

·        Makyaj fırçalarınıza iyi bakın! Ayda bir kere mutlaka ılık suda beklettikten sonra şampuan yardımıyla yıkayın. Bol suyla iyi duruladığınızdan emin olun. Yıkarken yıpratmamaya özen gösterin.

·        Fırçaları pudra ve allıklarınıza sürerken yuvarlak hareketlerle fırçanın tüm yüzeyini malzemeyle kaplamayı ihmal etmeyin.

·        Fırçayı düzgün tutmaya ve uzmanlar tarafından gösterilen şekilde doğru kullanmaya özen gösterin.

·        Makyajı fırça yardımıyla uyguladığınızda çok daha iyi bir sonuç ve profesyonel bir görünüm elde edeceğinizden emin olun!



26 Nisan 2013 Cuma

Doğru bilinen yanlışlar


Cilt tipinize uygun doğru ürünlerle yapacağınız bakım ne kadar yararlıysa, kulaktan dolma bilgilerle uygulanan yanlış bakımlar da bir o kadar zararlı. İşte cilt bakımının doğru bilinen yanlışları…


Daha güzel ve sağlıklı bir cilde sahip olmayı herkes ister. Hangi bakım ürün ve şeklini, hangi markayı ya da uzman hekimi tercih etmemiz gerektiği konusunda sürekli tereddütler yaşar, bazen de tüm bu soruları bir kenara itip, kulaktan dolma cilt bakımı bilgilerini uygulamaktan kendimizi alamayız. 
Aslında sağlıklı bir cilt bakımı için yapılacaklar son derece basit; doğru bir uzman hekime danışmak, cilt tipimizi tespit etmek ve doğru ürünleri kullanmak. Temizliğini ihmal etmemek birinci kural, makyaj silmeden uyumamak ve nemlendirmek de ikinci… Gelgelelim bunları uygulamak yerine gerçek payı olmayan birçok yanlış bakım metoduna bel bağlıyoruz. Cildimizi koruyalım derken uyguladığımız yanlış bakım ve ürünlerle daha çok deforme ediyoruz. İşte cilt bakımının uzak durulması gereken en popüler doğru bilinen yanlışları…

Cildi her gün temizlemek yıpratır: Cilt; gün içerisinde sürekli havayla temas eden, dolayısıyla mikrop ve bakterilere,kirlenme, yağlanma ve kurumaya maruz kalan bir yapı. Aynı ellerimiz gibi, her gün yıkamak ve temizlemek de zararlı değil son derece yararlı. Cildi temizlemek hava almasına ve dengesini korumasına yardımcı olur. Cildinizi düzenli temizlerseniz daha sağlıklı bir cilde sahip olursunuz.

Hep aynı ürünü kullanmak yanlıştır: Nedense üstüste birkaç yıl aynı ürünü kullanmak,ürünün cilde etkisini azaltır gibi bir inanış benimsenir. Uzmanlar tam tersine ürün değiştirmenin cildin sadece deforme olmasına neden olduğunu söylüyor.Cilt alıştığı ürüne daha çabuk ve daha çok yanıt veriyor.

Sabun cildi kurutur: Bu aslında cilt tipine göre değişiklik gösteren bir durum ve gerçeği yansıtmıyor. Birçok güzellik uzmanı yalnızca sabun kullanıyor. Sabun cildi kurutmadığı gibi hava kirliliğinden de koruyor. Ancak sabun kullanmak için cilt tipinize uygun doğru ürünleri tercih etmeniz gerekiyor.

Cilt temizliği için su yeterli:Su, temizliğin en önemli parçası ama yeterli değil. Yüzünüzü suyla yıkamanızda sorun yok. Sorun, cildinizin pH seviyesinin 5.5 olması. Bu oran, oturduğunuz bölgeye ve kullandığınız suyun sertliğine göre, 9.5’e kadar çıkabiliyor. Toniklerse cildinizin asit seviyesini normale döndürüp, dengeyi sağlar.

Yüz ve göz temizliği için aynı ürünü kullanabilirim: Çoğumuz zaman azlığından aynı ürünle yüzü ve gözleri temizleyerek bir an önce bu işlemden kurtulmak ister. Hassas ciltler için özel olarak üretilen ürünlerde her iki bölge için aynı ürün kullanılması ihtimali olabilir ama uzmanların tavsiyesi mutlaka göz ve yüzü ayrı ürünle ve mutlaka ayrı pamuklarla temizlemek. Göz çevrelerinin çok hassas bölgeler olduklarını asla unutmamak gerekiyor.

Çocuklar için üretilen ürünlerden rahatlıkla kullanabilirim:Bir yanlış bilgi daha. Yetişkinlerin cilt pH’ıyla çocuk ve bebeklerin pH oranı oldukça farklı. Bebeklere iyi gelen ürün sağlıklıdır anlayışı,cilt konusunda yetişkinlikler için geçerli değil. Yetişkin insanda üst tabaka epidermisin pH değeri 5.5 ancak yenidoğan bebeklerin pH değeri nötr.



Yaz ve kış aynı bakımı uygulamak yeterli: Bazı ciltler yaz ve kış döngülerinde farklı ürünler kullanma ihtiyacı duyar. Örneğin karma bir cilt kışın kuruyabilirken yaza doğru yağlanma eğilimine geçer. Cildin neme ihtiyacı var, özellikle kuru ciltlerin kış aylarında bu nemi tutabilmesi daha güçleştiği için ekstra ilgi göstermek gerekebilir.          
 
Ürünleri bol miktarda sürmek daha iyidir:Hayır çünkü cilt üründen belli miktar kabul eder, fazlası herhangi bir yarar sağlamaz. Dolayısıyla ürünü yüzünüze bulamanın ekstra bir etkisi olmaz. Tarif edilen miktar ve ölçekte uygulamaya özen gösterin.

Yağlı ciltler için sadece yıkamak yeterli, kreme gerek yok:  Her cilt tipinin nemlendiriciye ihtiyacı vardır. Yağlı ciltler de kendi cilt tiplerine uygun ürünleri tercih etmek zorundalar.  Önemli olan doğru temizleyiciyi ve kremi bulabilmek.

Ucu beyaz sivilceler sıkılmalıdır: Üzerine çok fazla tartışma yürütülen bu konuda uzmanlar sivilcelere asla dokunulmaması konusunda ısrarcı. Hiçbir sivilce sıkılmamalı, kurutucu ürün kullanılarak ve sık temizlenerek sivilcenin kendiliğinden sönmesi beklenmeli.Sivilce sıkmak demek siyah noktaları da davet etmek anlamına geliyor, çünkü sıktığınız sivilcenin yeri açılmış oluyor. Cildin kirlenmesi sonucunda da bu yer siyah noktaya dönüşüyor ve sıkıldıkça bu döngü yeniden başlıyor.

Gece cildim nefes alsın: Geceleri cildin kendini yenilemesi için en uygun zaman. Bu zamandan faydalanmak daha doğru bir karar. Yaşlanma karşıtı bakımları tam tersine gece kullanmak daha yararlı. Bakım kremleri cildin nefes almasına engel olmaz, aksine yardımcı olur.

Gece kremim, gündüz kremimden daha yoğun olmalı: Bu, yaşa ve kişisel cilt tipine göre değişir. Sıkılaştırıcı ya da yaşlanmayı geciktirici anti-aging ürünlerin yoğun gece kremleri, mutlaka belli bir yaştan sonra kullanılmalı. 30 yaş öncesinde geceleri yoğun olmayan krem tercih edilebilir.  
 
Leke açıcılarla lekelerimden kurtulabilirim:Cilde uygulanan bitkilere cildin ihtiyacı olmayabilir. Örneğin leke açıcı olarak cilde sirke, yoğurt ve bir takım asitlerin hekim kontrolü olmadan kullanılması ve cildin güneşten iyi bir şekilde korunmaması, tersine lekelenmelerin artmasına yol açabilir. 

Cilt bakım merkezine gitmek sorunumu çözer:
Cilt bakımlarının deneyimsiz merkezlere yaptırılması da akne ve lekelenme gibi bir takım yan etkilere neden olabiliyor. Güzellik merkezlerinde hekim kontrolü altında olmadan yapılan cilt bakımlarında cilt yapısı ve özellikleri hekim kadar iyi bilinmediğinden bakım sonrası sivilcelenme, ciltte lekelenme, kullanılan ürünlere karşı reaksiyonlar gelişebiliyor.






25 Nisan 2013 Perşembe

“Yetenek sizi müzisyen yapmaz”

Anjelika Akbar’a göre müzisyen olmak için sadece müzik dehası yeterli değil. Kalpten yaşamak, insanları sevmek, azimli olmak ve gülümsemeyi bilmek çok önemli…



Ünlü piyanist ve kompozitör Anjelika Akbar için müzik nefes almanın, yaşamanın ta kendisi… Henüz konuşmayı ve yürümeyi bilmiyorken piyona çalmayı öğrenen, aileden gelen müzik tutku ve dehasını çalışma azmiyle birleştiren Özbek asıllı başarılı sanatçı, şanslıyız ki tesadüfler sonucunda İstanbul’da yaşamayı ve Türk olmayı seçti. Gerçi o, bunun bir tesadüf olduğuna inanmıyor;  “Böyle olması gerekiyormuş, meğer benim yerim, evim buradaymış” diyor. Geniş bir hayran kitlesine sahip Akbar, yeteneğin tek başına müzisyen olabilmek için yeterli olmadığı görüşünde. Müzik aşkı, kararlılık, azim, kalpten yaşamak ve insan sevgisi gerçek bir müzisyende bir arada olması gereken temel özellikler. Sanatı kadar güzelliğiyle de bilinen Anjelika Akbar’a göre bir kadını güzelleştiren en temel unsur ise, kocaman bir gülümseme…


Müzisyen bir aileye doğmuş olmanın hayatınızda ne gibi
artı ya da eksileri oldu?
Bu duruma şükredip sadece artılarından bahsedebilirim. Çocuklar ailelerini seçemez denilir ama ben kesinlikle ailemi seçmişim. Babamın hem felsefe profesörü hem de orkestra şefi, annemin piyanist ve koro şefi olması benim için eşsiz bir imkandı. Küçük yaşlardan beri müzik algım çok açıktı, ama bunda hem genlerin, hem de anne babamın yaşam tarzı etkiliydi. Müzik birçok evde olduğu gibi sadece kayıt ya da plaktan değil, canlı olarak bazen babam, bazen annem, bazen de evimize gelen müzisyenler tarafından icra ediliyordu. Canlı olarak müzik yaratıcılığını görmek beni çok geliştirdi. Özellikle annem her hareketime dikkat ediyordu. Yürümeyi bilmeden kendimi müziğin içinde buldum. Çünkü bünyem müziği neredeyse nefes ve su gibi arzu ediyordu, bunu da ne kadar küçük olsam dahi çok net ifade ediyordum. Kısacası, annem bana oyunla nota öğretti ve 2.5 yaşımda nota bilen, piyanoda doğaçlama çalan, müziksiz adım atmak istemeyen bir çocuk haline geldim. Şükürler olsun, bu bir aşkmış ve hala aynı tazeliği ile sürüyor.



Piyano eğitimine henüz üç yaşındayken başlamışsınız, insan hayal etmekte bile güçlük çekiyor ama sanırım oğlunuz da sizin gibi çok küçük yaşta müzikle ilgilenmeye başlamış…
Bir çocuğun yeteneği varsa zaten 3-3.5 yaş bu işe başlamak için ideal. Ben belki biraz daha erken başladım. Dışarıdan hayal etmek zor olabilir ama eğer çocuk istiyorsa, yeteneği ve disiplinli bir yapısı varsa bu gayet normal. Genlerin de muhakkak bir etkisi var, ama tek başına değil. Evet, küçük oğlum Timur da daha iki yaşındayken notaların çoğunun yazılışını ve ismini biliyordu. Gerçi daha sonra benim piyanoya ayırdığım zamanı o anda kendisinden çaldığımı fark edince müziğe karşı bir tepki de duydu, notaları ve isimlerini bir dönem tekrar etmek istemedi. Fakat Libertango-İstanbul adlı klibim ve Likafoni adlı albümüm üzerinde çalışırken çello ile tanıştı, defalarca dinledi, televizyondan izledi ve çello çalmak istediğini dile getirdi. Şu anda çok severek çello dersi alıyor. 3.5 yaşındayken benim bir İstanbul konserimde sahneye çıkıp doğaçlama piyano çaldı, 500 kişilik salonun önünde hiç çekinmedi. Böyle bir cesaret de müzisyen adayı için çok önemli.

Atılan adımlar da yetenek kadar önemli, başarınızı getiren en önemli etkenler
nelerdir sizce?

Bir insanda müzik yeteneğin olması onu müzisyen yapmaz. Yetenek sadece olmazsa olmaz olan bir altyapı malzemesidir. Yetenekten sonra gelen faktörler bence şöyle sıralanıyor; müzik aşkı, azim, kararlılık, çalışkanlık, fedakarlık, algı -çünkü müzikte duygu faktörü çok önemli, hayatı seyretmek, kalpten yaşamak ve son olarak insan sevgisi. Tüm bu özellikler her müzisyende bir arada var mıdır diye sorarsanız, hayır yoktur. Ama bence gerçek bir müzisyen olmak için bunların hepsi bir arada olmalı.

Türkiye’ye yerleşmeyi biraz da tesadüfi bir şekilde seçmişsiniz, sizi buraya İstanbul’a bağlayan ne oldu?
Türkiye’ye UNESCO üyesi olarak geldim, uluslararası bir film projesinde besteciydim. Sekiz aylık hamileydim; artık uçağa binemezdim ve böylece büyük oğlum Yürek (Yuri) Türkiye’de doğdu. Evet, tesadüf gibi görünüyor, ama eminim öyle değil. Burada olduğum için şükrediyorum, sözlerle anlatmak zor ama meğer yerim burasıymış. Şu anda anlıyorum ki, Türkiye benim hayatımda çok önemli bir yere sahip. Türkiye ve İstanbul hakkında detaylı izlenimlerimi “İçimdeki Türkiyem” adlı kitabımda yazdım. Kısaca anlatılacak bir konu değil maalesef.


En çok nereleri sever ve vakit geçirirsiniz İstanbul’da?
Öncelikle evimi seviyorum ve en çok evimde zaman geçiriyorum. Piyano çalışırken bahçeye bakmak; yeşillikleri görmek benim için büyük bir zevk. Hava soğuk olmadığında günün birçok saati yalın ayakla çimlerde dolaşıyorum, rüzgarın sesini dinliyorum. Bağdat Caddesi ve sahili, Çengelköy, Beylerbeyi, Nişantaşı sevdiğim semtler. Yazı yazmak, düşünmek, kitap okumak için gittiğim kafeler var. Köprülerden geçmeyi severim, her seferinde kıtadan kıtaya geçme bilinci çok keyifli ve eşsiz…

Türkiye’de yaşamayı müzikle uğraşan bir sanatçı gözüyle nasıl değerlendiriyorsunuz? Eksikliğini hissettiğiniz şeyler var mı?
Türkiye’de Batı klasik müzik geçmişi yaklaşık 70 yıl gibi bir zamanı kapsar. Avrupa ve Rusya’nın klasik müzik geleneğine bakılırsa böyle köklü bir gelenek için çok kısa bir zaman. Dolayısıyla kıyaslama yaparsanız Türkiye’de doğal olarak birçok eksiklik bulunur ama daha objektif olmak gerekiyor. Mevcut şartlara bakılırsa, Türkiye’de klasik müzik adına o kadar çok şey yapıldı ve hala da yapılıyor ki, hiç öyle umutsuz bir tablo söz konusu değil. Üstelik Türkiye Dünya’ya eşsiz birçok müzik insanı kazandırmış bir ülke. Klasik müzik müzisyenlerinin yanı sıra, klasik müzik dinleyicisi de çoğalıyor; gençler klasik müzik ile ilgilenmeye başlıyor. Avrupa veya Rusya’da halk çoğunlukla klasik müzik ile büyümesine rağmen, dinleyici sayısı her geçen gün azalıyor, istatistikler bunu gösteriyor. Türkiye’de sağlam ve kendi aile geleneğinde yetişmiş bir klasik müzik dinleyici zümresi de var.

Kendi bestelerinizi çalmanın farkı ve keyfi nasıl, tarif etmeye çalışır mısınız?
Bu farkı anlatmak sanırım zor. Bir nüans var, belki eskiden şöyle anlatabilirdim; piyanist olarak bir beste çalmak, sanki bir annenin kendi doğurmadığı ama evlat edinip çok çok sevdiği, neredeyse kendi çocuğu gibi kalbinde taşıdığı bir sevgi; besteci olarak kendi besteni çalmak, annenin kendi doğurduğu çocuğu ile olan ilişkisi gibi. İkisinde de sevgi, gönül var, sadece birinde doğum anı yok… Ama zamanla şunu da idrak etmeye başladım. Kendi eseriniz olsa da, olmasa da, aslında hiç birinin yaratıcısı bizler değiliz, sadece aracıyız. Öyle olunca, yorum anında bahsettiğim  o fark yok oluyor, sen de yok oluyorsun aslında, sadece müzik kalıyor…

Aynı zamanda kitap da yazıyorsunuz, “İçimdeki Türkiyem” çok beğenildi, yazmaya nasıl başladınız?
Dört yaşımdayken okumaya başladım ve çok okuyordum; birinci sınıfta hikayeler yazmaya başladım. Sonra şiir ve senaryo geldi. Yazmak hiçbir zaman amacım değildi, sadece o anda ses olarak değil, söz olarak doğmak istiyordu içimdekiler, o kadar. Yuri’ye hamileyken, Hindistan’da gördüğüm rüya üzerine 12 hikaye yazdım ve onlar Rusya’da “Uçan Köpek Baaşa” olarak yayınlandı. Daha sonra Türkçeleştirilip, Türkiye’de de yayınlandı. “İçimdeki Türkiyem” de onu takip etti. Şu anda her biri farklı türde üç tane kitap projem var, zaman buldukça onları da tamamlayacağım umuyorum.

Kendinden emin olan kadın güzeldir
İki çocuğunuz var, müzik ve yazıyla profesyonel olarak uğraşan bir kadın olarak tüm bunların zaman yönetimini nasıl yapıyorsunuz? Kendinize ayıracak vaktiniz kalıyor mu?
Evet, kendime zamanım kalıyor. Çünkü kendim için yaşamıyorum aslında. Kendim için yapmaya çalıştığım şey, gerçek anlamda insan olabilme niyeti. Bu da saatler almaz, sadece hayatın içinde seyriniz devam ederken her şeyi farklı bir şekilde idrak etmeye çalışmanıza bakar. Yoksa eş, anne, müzisyen olarak bir arada her şeye yetişmek mümkün, sevgi, aşk, fedakarlık ve istek varsa tabi…
Yeteneğiniz, müziğiniz kadar güzelliğinizle de biliniyorsunuz, bakımınıza çok özen gösterir misiniz?
Teşekkür ediyorum. Pek özel bir şey yapmam, yüz için sadece nemlendirici kullanıyorum. Birkaç ayda bir bakım uyguluyorum. Güneşe neredeyse hiç çıkmam, asla solaryum gibi uygulamaları kullanmam. Sadece bazen birkaç ay süre ile kür şeklinde yüzümü musluk suyu ile değil, soda ile yıkıyorum. Bir de çok sık gülümsüyorum.


Çok fazla makyajdan ve abartılı giyinmekten hoşlanmıyorsunuz, tarzınızı nasıl tanımlarsınız?
Evet, sahnede bile çok fazla makyaj sevmiyorum. Giyimde de abartıyı kendime yakıştırmıyorum. Tarzım aslında çok farklı ve değişken olabiliyor, İstanbul havası gibi… Bir gün uyanıp, blue jean ve spor ayakkabı giymek isterim, başka bir gün klasik giyim ve ince topukluları, hatta giyineceğim tarz o günkü randevularımdan ve gideceğim yerlerden bağımsız olarak gelişir. Belki de müzik insanı olduğum için kendimi belli yerlerde belli formatta giyinmek zorunda hissetmiyorumdur; bir düşünce kalıbı olarak değil de, duygu olarak bakarım sanıyorum… Gardırobumda olan birçok eşyayı hep farklı farklı şekillerde kombinlemeyi seviyorum, sevdiğim eşyaları 20 sene geçse bile atmıyorum, kullanıyorum ve bundan keyif alıyorum. Makyaj yapmayı çok severim; uzmanlar tarafından bana yapılan makyajı hep dikkatle inceliyorum, ipuçları alıp sonra kullanmaya çalışıyorum.
Sizce bir kadının kendisini güzel ve bakımlı hissedebilmesi için neler gerekiyor?
Bence ayna karşısına geçip, gülümseyip, yüzünü yıkayıp, saçlarını düzeltip, kendine aynada bakarken şükretmek her kadını güzel ve bakımlı hissettirir… Bir de kaygı taşımamak çok önemli, başkaları ne der düşünmeden, sadece kendisi olduğu gibi olmaktan çekinmeden davranmak bir kadını kendinden emin kılar. Kendinden emin olan kadın güzeldir, şükredebilen kadın da güzeldir. Bunlar olmadan, ne makyaj, ne saç, ne de şahane bir kıyafet durumu kurtarmaz.

 Rutin bir gününüz nasıl geçer, anlatabilir misiniz?
Uyanır uyanmaz hemen kalkarım. Hızlıca güne başlamayı severim, dinamik ve konsantre. Aç karnına oda sıcaklığında bir bardak su içer, mutlaka ekşi olmayan bir meyve yerim. Kahvaltıyı atlamam. Bazen oğlumu kendim yuvaya götürürüm, o zaman sabahları piyano çalışamıyorum. Eğer evdeysem, kahvaltıdan sonra kendimi piyano başında buluyorum. Bu benim kontrol edemediğim bir şey ve ne kadar süreceği de belli olmaz. Zamanım varsa kendim mutfağa girerim. Yemek menüsü hazırlamak benden epey zaman alabiliyor, çünkü ev halkının tüm sevdiği yemekleri aklımda tutup yapmaya çalışıyorum. Evdeysem, çoğunlukla piyano veya masa başında çalışıyorum, ayrıca zaman ayırabiliyorsam kitap okuyorum. Televizyon neredeyse hiç seyretmiyorum. Akşam yemeğinde tüm aile toplanıyoruz, bunu çok seviyorum. Bazen, zamanım varsa, yeni bir yemek, yeni bir tat ‘besteliyorum’ ve malzemelerini tahmin etmelerini istiyorum, bilemedikleri zaman çok seviniyorum, çocuk gibi. Piyano başında olmadığım zamanlarda bile hep müzik çalışıyorum içimden, bestelerimi de piyanosuz yapıyorum çoğunlukla, özellikle senfonik bestelerimi. Yemek yaparken içimde bir senfoni oluşuyor olabilir.

Beste yaparken dünyadan soyutlanır mısınız? Nasıl bir ruh hali içinde olursunuz?
Bu soruya cevap vermem neredeyse imkansız. Çünkü o anda kendimi izleme, tanımlama mekanizmam çalışmıyor; ruh halimi bilsem, o anda beste yapamam. Yani başka bir bilinç durumu, tanımlanamaz sanırım. Ama evet, belki de basitçe soyutlanma denilebilir. Diğer yandan her şey ile iç içe olmaktır belki de, sadece o anda başka türlü idrak etmek denilebilir.
                                                             







24 Nisan 2013 Çarşamba

Yaşanası Avrupa

Bazı şehirler yolu düşenleri bir anda sarıverir, kokusu, sokakları, mekanları ve insanlarıyla orada yaşamanın, lokal olabilmenin tatlı hayali içinizi kemirir durur…



Dünyanın en güzel coğrafyalarından birinde yaşıyoruz evet, Türkiye’nin her köşesi birbirinden güzel topraklarının kıymetini hiçbir zaman bilemedik, bir türlü de bilemiyoruz buna da kocaman bir evet… Hepsi kabul ama tüm dünyanın gözbebeği kabul ettiği birkaç Avrupa kenti de var ki, nerede yaşıyor olursanız olun, cazibelerine kapılamamak, “ben de burada yaşamalıyım” diye düşünmemek imkansız. Belki bir tatil, belki de kısa bir iş gezisi için bu şehirlerden birine yolunuz düştüyse, önce kokusu, tarihi, sokakları, sonra mekanları ve insanlarıyla sizi bir anda sarar, büyüler,  o şehirde lokal olmanın hayali aklınızı kemirir durur…

Önce Berlin
Almanya’ya çok fazla sempati beslemiyor olabilirsiniz, ancak bu gidip görmediğiniz içinse hemen kafanızdaki basma kalıplardan kurtulun, özellikle de Berlin için. Sanatın, felsefenin, edebiyatın kelimenin içini doldurarak beşiği olan bu kente ilk görüşte vurulmamak ve burada yaşamalıyım dememek  gerçekten imkansız. Kasım ayında Berlin Duvarı’nın yıkılışının da yıldönümü olduğunu hatırlayarak görülmesi gerekenler listesinin üstüne almamak olmaz.
Tiyatro, müzik, bale, plastik sanatlar, dans hangi sanat dalı size keyif veriyor? Hiç fark etmez çünkü Berlin her biri için biçilmiş kaftan. Şehrin gezilecek görülecek tarihi yerleri saymakla bitmez ama mutlaka orada bulunacağınız haftalardaki sanat etkinliklerini önceden takip edin, yerinizi ayırtın ve atlamayın.  


Şehrin kalbi
Gendarmenmarkt yani Jandarma Meydanı, Französichestr ile Mohrenstr’in kesiştiği alanda yer alıyor. Tarihi Alman ve Fransız katedrallerinin bulunduğu bu meydanın çevresinde kentin en işlek cafe-bar ve restoranları da yer alıyor. Berlin’in ünlü ıhlamur ağaçlarıyla kaplı yolu Unter den Linden kentin sembollerinden; Brandenburg Kapısı’ndan Doğu Berlin’in merkezi Alexanderplatz’a kadar uzanıyor. Pariser Platz’ın (Pariser Meydanı), şehrin kalbinin attığı bir başka bölge. Burada tarihi meclis binasını, Almanya’nın sembolü Brandenburg Kapısı’nı, Mustafa Kemal Atatürk’ün de konakladığı tarihi Adlon Oteli’ni görebilirsiniz. İkinci Dünya Savaşı’nda katledilen Yahudiler anısına dikilen ve mezar taşlarını andıran Yahudi Soykırım Anıtı yine tarihi Brandenburg Kapısı ve Federal Meclis yakınlarında. Labirent görünümündeki anıt, içinizi yakacak olsa da gidip görmeniz gerekiyor.
Ku’damm Berlin denilince akla ilk gelen yer. Kurfürstendamm Caddesi’nin kısaltılması olan Ku’damm, bir zamanlar Batı Berlin’in sembollerinden Gedaechtnis Kirche - Anı Kilisesi’nin bulunduğu bir cadde. Tarihte alışveriş dünyasının kalbi olarak anılan Ku’damm, en ünlü markalarının şubelerine de ev sahipliği yapıyor. Kentin en modern yerleşim bölgesi ise kuşkusuz Potsdamer Platz. Duvarın yıkılmasının ardından Doğu ve Batı’nın birleştiği kesişme alanında yer alıyor. Dünyanın en büyük inşaat alanı unvanına sahip. Bu meydan, postmodern mimari yapısıyla, bugün kentin en renkli merkezlerinden biri. Sinema ve mağazalar, şirketler, film müzesi burada yer alıyor. Dünyaca ünlü Berlin Film Festivali de Potsdamer Platz’da gerçekleştiriliyor.

 Müze cenneti
Berlin’de hayat çok canlı, dolayısıyla müzelerin içine hapsolmak zor gelecektir. Ama tam bir müze cenneti bu kentteki kültürel zenginlikleri es geçmemelisiniz. Bergama Müzesi, Almanya’nın kalbi olan Federal Meclis Binası Reichstag, kentin en çok ziyaret edilen müzelerinden. Şehrin içinden geçen Spree Nehri’nin kuzeyinde, çatallaşan iki bölümünün arasında kalan alanda kentin önemli müzeleri yer alıyor ve bu bölüme Müzeler Adası deniliyor. Bergama Müzesi, Eski Müze, Bode Müzesi, Eski Nasyonal Müze, Yeni Müze, Tarihi Nasyonal Galeri bu adada yer alıyor. Checkpoint Charlie tüm turistlerin uğrak yeri. İkinci Dünya Savaşı sonrasında ikiye bölünen Doğu ve Batı Almanya’nın en ünlü geçiş noktası. Şu anda Berlin Duvarı’yla birlikte turistlerin en çok rağbet gösterdiği yer. Doğu ve Batı Berlin’i ayıran Berlin Duvarı ve tarihe utanç duvarı olarak geçen duvardan geriye kalanları görmek isterseniz Niederkirchner Caddesi’ne gitmelisiniz. Duvarın geçtiği diğer bölgeler, kent içinde kaldırım ve caddelere kazınan sarı çizgiden takip edilebiliyor. 

11 Nisan 2013 Perşembe

Düşlerdeki ülkeler


Avrupa ve Amerika seyahatleri artık demode, yeni trend egzotik ülkelere yolculuk… Düşlerdeki bu ilginç rotasyonların vaat ettiği büyülü dünya, son yıllarda çok daha fazla rağbet görüyor.

Cennet kelimesinin içini dolduran egzotik bir ülkeye gittiniz mi hiç? Jamaika’nın ırmakları, Himalayalar’ın etekleri, Grönland’ın buzulları…
Cennetin nerede, nasıl bir yer olduğunu kesin bilmemiz mümkün değil belki ama dünyadaki cennetleri keşfetmek mümkün.
Günümüzde tatile çıkanların; ki buna Türklerin büyük bir çoğunluğu da dahil, yeni rotaları Jamaika, Kenya, Grönland, Şili ve Bhutan gibi egzotik ülkeler. Yapılan istatistikler artık Türklerin daha sık yurtdışına gittiğini de ortaya koyuyor. Artan uçuş fırsatları ve direk uçuş imkanları bu sayının yükselmesinde önemli bir etken. Egzotik seyahatler için ödeme kolaylıkları sunan turların yardımını da unutmamak lazım. Kısacası bu maceralı keşif gezilerine çıkabilmek için önümüzde çok fazla engel yok artık. Hayal kurmayı bir kenara bırakıp harekete geçmek isteyenlere en güzel egzotik rotaları derledik…
               JAMAİKA


Bembeyaz kumlar, durgun ırmaklar, palmiyeler, mavi dağlar… Bu bir rüya olmasın diyorsanız Jamaika’ya gitmelisiniz. Tam bir düş ülkesi olan Jamaika’da içtiğiniz romlar kanınızı ısıttıkça, sokaklardaki ‘reggie’ atmosferine kapılmamak imkansız. Negril, Ocho Rios gibi muhteşem kumsallarda güneşlenebilir, dağlık kesimlerin büyüsüne kendinizi kaptırabilirsiniz. Irmakların üzerinde salla kilometrelerce gitmek mümkün. Orkide ormanlarının ve kuş seslerinin arasında bu yolculuğu yapmanın keyfi hayal gücünü bile zorlayabilir. Eski zamanların en büyük köle pazarlarından biri olan bu topraklarda artık siyahların hakimiyeti var. Siyah kültür, Avrupa ve Amerika’yı gölgede bırakan zenginliğini; dans ve tiyatro gösterilerinde gösteriyor. Dünyaca ünlü sokak gösterilerine Jamaika’da sıklıkla rast gelmek mümkün. Bir gün bu ülkeye gitme fırsatı yakalarsanız, her saniyesinin tadını çıkaracağınızdan emin olun! 
               KENYA


Etiyopya, Sudan, Uganda gibi ülkelerin arasında kalan Arap liman kenti Kenya, kuşkusuz Afrika’nın en ilginç gezi hedefleri arasında. Hint Okyanusu’nun kenarındaki bu topraklarda; renklerin, dillerin, insanların, hatta kıyafetlerin çeşitliliği bile iç içe geçmiş. Adını 5.200 metre yükseklikteki Kenya dağından alıyor. Beyaz kumsallar, çöller ve dağlarla kaplı bu ilginç coğrafyada yaşamın çok ağır akıyor olması da bir başka mutluluk. Mombasa’nın kuzeyi ve güneyi şahane plajlarla dolu, Lamu Adası ise Kenya seyahatinde atlanmaması gereken en önemli yerlerden. Bu adada zamanı unutmanız, her şeyden kendinizi soyutlamanız mümkün. Kenya sınırını aşarak Tanzanya’ya doğru yöneldiğinizde ise çölün sihrine, fil sürüleri,  zürafalar ve kaplanlarla dolu safarinin çağırdığı soluksuz macera duygusuna kapılmamak mümkün değil. 
ŞİLİ

Arjantin’in batısında, And Dağları’yla Büyük Okyanus arasında kalan Güney Amerika ülkesi Şili, kuzeyinden güneyine çok farklı iklim, bitki örtüsü ve coğrafi şekillere sahip. Tezatlar ülkesi olarak anılması da bu yüzden. Şili’yi Pablo Neruda ve Victor Jara ile hatırlamak da mümkün. Kırmızı şaraba doyabileceğiniz keyifli bir Şili seyahatinde Santiago’yu mutlaka gezmelisiniz. Şili bilindiği üzere dünyanın en iyi şarap üreticilerinden. Tepesinde büyükçe bir Meryem Ana heykeli bulunan ve eski tür bir tramvayla çıkılan Cerro San Cristobal, büyük meydan Plaza de Armas’daki Santiago Katedrali görülmeye değer. Barrio Bellavista ise renkli gece hayatını görmek, Valparaiso ve Vina del Mar ise cennet mekanlar keşfetmek isteyenler için. Şili’nin biraz dışındaki Paskalya Adası ise en önemli turistik yerlerden. Şili’nin üç bin km açıklarında yer alan bu minicik ada, ilk kez Hollandalı Denizci Jacob Roggeven tarafından keşfedilmiş ve Paskalya adını almış. Adanın hikmeti ise üzerindeki yüzlerce dev taş heykeli. Heykellerin ince işçilikle yontulmuş oldukları söyleniyor. Bazı rivayetlere göre heykeller bu adada daha önce yaşayan insanların tanrıları. Ama adanın güneyindeki Rano Kao Yanardağı’ndan çıkarılan taşlarla yontulan bu ilginç heykellerin aslında nasıl ve niçin yapıldıkları tam olarak bilinmiyor. Her bir heykelin sihirli olduğuna hala inanılıyor. Moai adı verilen heykellerden adada yaklaşık 800 kadar bulunuyor. 
                BHUTAN



İsviçre’den daha büyük olmayan uzak bir ülkenin kültürel varlığını korumak için yalnızca yılda üç bin kişiyi turist olarak kabul ediyor olması ne kadar ilginç değil mi? Özellikle kültürel değerlerinin yeterince korunmadığından yakınılan bir ülkeden geliyorsanız, bu duruma şaşırmamak ve özenmemek imkansız. Güneyinde balta girmemiş ormanlar, kuzeyde de Himalayalarla çevrili bu ülkenin insanları kendilerini her şeye tamamen kapamış olmasalar da, Tibet Budizmi’nin dışındaki yabancılara karşı mesafeli oldukları doğru.
Kalküta üzerinden ya da Bhutan ile Hindistan arasındaki Puntşoling’den giriş yapabileceğiniz bu gizemli ülke, Ejderhalar diyarı olarak da biliniyor. Asya efsanelerinde tanrısal iyilik güçlerinin simgesi olan ve şans getirdiğine inanılan ejderha, Bhutan’ın bayrağını da süslüyor. Çin’e de komşu olan bu ilginç Güney Asya ülkesinin yüzde 60’ı ormanlarla kaplı. Bhutan’da soyları tükenmekte olan pek çok kuş türünü, nadide kaplan, keçi, leopar türlerini görebilirsiniz. Kutsal vadi ve tapınakları gezerken mest olmak garantili.  Halkının okçulukla uğraştıklarını ve oldukça dindar olduklarını da hatırlatalım. 
              GRÖNLAND 


Danimarka sınırının buzdan tacı Grönland, sıcak bir tatili değil de buzların beyazlığındaki sonsuzluk hissini tercih edecek, biraz da soğuk iklimden çok fazla şikayet etmeyecek gezginler için ideal. Grönland dünyanın en büyük adası. Bağlı olduğu Danimarka’dan bile daha büyük. Tam bir buz çölü, ortalama buz kalınlığı adada 1500 metre. En kalın yeri ise 3400 metre civarında. Öyle ki ‘burada insan yaşayabilir mi, bitki yetişir mi, yiyecek nereden bulunur?’ gibi sorular sorabilirsiniz. Ama Grönland halkı mutlu mesut bir yaşam tutturmayı başarıyor, bekli de şehir karmaşasında koşturanlardan çok daha güzel bir hayat üstelik. Grönland ile ilgili kafanızda oluşan tüm soruları yanıtlayarak gizemini kaçırmayın, gidin ve keşfedin. Ama hiç değilse ‘Çiçek yetişir mi?’ sorusunu yanıtlayarak adayı daha da cazip kılacak bir başlangıç yapalım; adada buzların arasından uyanan çiçeklerin izlenebildiği bir çiçekler vadisi bile mevcut. Eskimoların dünyanın en neşeli insanları olmaları boşuna değil demek ki. Sadece Eskimolar için değil, balinalar, kutup ayıları, foklar ve beyaz kurtlar için de sıcak bir ev olmayı başaran bu buzdan tacı mutlaka görün.  

               SRİ LANKA


Sri yani ‘parıldayan ışıldayan’ Lanka, adından da anlaşılacağı üzere ışıltılı bir gizem. Her zaman yemyeşil görünen bu tropik adaya vardığınızda okyanusun sesini duyup büyülenmemek imkansız. Dalga sesleri arasında tapınakları gezebileceğiniz, palmiyelerin altında serinleyebileceğiniz bir geziye nasıl hayır diyebilirsiniz ki? Muson rüzgarları ve taşıdıkları yağmurlarla bütün yıl çiçekleri açan, ağaçları her zaman meyve veren bu toprakların cennet olduğuna inanmamak zor. Burada huzuru ve sessizliği de birçok keyifli uğraşı da aynı anda bulabilirsiniz. Trincomalee, Nilaveli, Kalkudah adaları huzur isteyenler için. Ama maceracı ruhlar 2.835 metre yükseklikteki Pirturutalaga doruğuna tırmanabilir ve doruktaki kocaman ayak izini gözleriyle görebilir. Doruğa ‘Adem Doruğu’ denmesinin sebebi de bu ayak izi. İzin Buda’ya ait olduğu rivayetleri var. Budizm, Sri Lanka’yla bütünleşen ve şehrin kültürünü biçimlendiren bir kaynak. Ancak burada sabahları farklı birçok dinden insanın dini törenlerine şahit olabilir, zıtlıkların bütünlüğüne bir kez daha hayran kalabilirsiniz.





8 Nisan 2013 Pazartesi

Ofis hastalıklarından korunun!

Günün ve haftanın en büyük zaman dilimini çalıştığımız ofislerde geçiriyoruz. Peki ofis çalışanı olmanın bedelini hangi rahatsızlıklarla ödüyoruz? Ofis hastalıkları ve korunma yolları mercek altında.



Evlerimizi en şık mobilyalarla döşememiz neyi değiştirir ki? Günün en uzun saatlerini ofiste geçiriyor ve ofis konforumuzun elverdiği ölçüde sağlıklı bir hayat yaşıyoruz maalesef. Sürekli çalan telefonlar, sık tekrarlanan hareketler, bilgisayar kullanımı, bütün gün oturma sonrası vücutta oluşan deformasyonlar, birlikte çalıştığımız insanların taşıdıkları mikroplar, havalandırma ve klimadan kaynaklı rahatsızlıklar... Kısacası ofis kaynaklı hastalıkları saymakla bitirmek oldukça güç. Kendimizi ofis ortamına karşı korumaya almaya ve bu rahatsızlıkları minimuma indirmeye, hem özel hem de iş yaşantımızda daha verimli ve sağlıklı olabilmek adına ihtiyacımız sonsuz. Peki bu konuda nelere dikkat etmeli ve nasıl önlemler almalıyız?

Yaz kış sürekli çalışan klimalar
Özellikle penceresi açılmayan plazalarda çalışıyorsanız vay halinize. Genel vücut sağlığı üzerinde olduğu kadar gözlerde de ciddi sorunlara yol açabilen klima, pek çok hastalığın yuvası. Kış aylarında konjonktivite gibi bulaşıcı göz hastalıkları ofislerde yayılmaya başlıyor. Havalandırması ortak olan ofis ortamlarında daha kolay yayılan konjonktiviteler, tüm çalışanlara bulaşabilme potansiyeli de taşıyor. Ayrıca klimalar belirli ve değişmeyen bir ısı sağladıkları için mevsimlere uyum sağlamakta zorlanan vücut, kolayca hasta oluyor. Havalandırma ve klima boşlukları iyi temizlenmediği için bu bölümler ciddi mikrop taşıyıcılara dönüşüyor. Evet durum vahim ama çaresiz de değilsiniz. Klima ısısının soğuk ya da sıcak ayarlanmasına karşı çıkın, mutlaka mevsim normallerinde bir oda sıcaklığına getirilmesi konusunda bina yönetiminizi uyarın. Klimaların ve havalandırma deliklerinin sıklıkla temizlenmesini talep edin. Biraz bencilce bir çözüm olsa da klimaya ve havalandırmaya yakın koltukları seçmeyin.

Koltuk ve bilgisayar
Ofisinizde belinizi destekleyen rahat bir koltuk yoksa bütün ortopedik sıkıntılara açıksınız demektir. Sırt, bel ağrıları, boyun ve bel fıtıkları, dizlerde görülen kıkırdak aşınmaları ofis insanlarının en çok karşılaştıkları sorunlar. Sürekli rahatsız bir biçimde oturmak bacak kaslarınızı da kısaltıyor. Yanlış koltuk seçimiyle birlikte bilgisayar kullanımınız da etkileniyor. Bilgisayar ekranınızın göz hizasında olmaması, klavyenin dirsekleriniz 90 dereceyi gösterecek şekilde kullanılmaması bilek zedelenmeleri, önkol, dirsek ve adale rahatsızlıkları gibi problemleri beraberinde getiriyor. Mutlaka doğru bir koltuk edinin ve bu koltuğa bir bel desteği takın. Bilgisayarınızı göz ve el hizalarınıza göre doğru açılarla ayarlayın.

Göz kuruluğu
Uzun süre bilgisayar ekranına bakanlar göz kuruluğu riskiyle karşılaşıyor. Gözün ihtiyacı olan gözyaşının, kalite ve miktar açısından yetersizliği olan göz kuruluğu, özellikle ekrana uzun süre bakanlarda gözlerin yeterli kırpılmamasına bağlı olarak büyük bir soruna dönüşebiliyor. Günlük göz damlalarıyla gözünüzün kuruluğunu en aza indirmeye çalışın. Belirli aralıklarla ekrana bakmayı bırakarak gözlerinizi 10'ar dakika da olsa dinlendirin. Mola vermek verimli çalışmanın anahtarıdır, unutmayın.

Alerjiler
Ofis ortamı alerjik hastalıkları da tetikliyor. Alerjik burun nezlesi, sinüzit, alerjik göz nezlesi, astım, ürtiker ve egzama gibi alerjik deri hastalıkları olarak sayılan alerjik hastalıklar işyeri ortamında bulunan bir alerjenle temasa bağlı olarak ortaya çıkabilir. Bu gibi durumlarda neye nasıl bir alerjiniz olduğunu tespit etmek ve buna bağlı olarak iş yerinizden ayrıcalıklar talep etmek en doğru çözüm.

Stres her hastalığın başı
Stresin karşımıza çıkmadığı alan yok. Sürekli stres hali insanlarda depresyon, öfke, mutsuzluk, uyumsuzluk gibi birçok soruna neden oluyor. Stresli bir işiniz varsa psikolojik destek alarak, spor yaparak stresinizi azaltmayı deneyin. Sizi fazla yıprattığını ve çözüm bulamadığınızı düşünüyorsanız, iş değiştirme alternatiflerine yönelmelisiniz. Yoğun stresin kalp hastalıklarından kansere her türlü ciddi rahatsızlığı tetiklediğini kendinize hatırlatın. 

Hijyen eksikliği ve tedbirsizlik
Ofisler bulaşıcı hastalıkların hızla yayıldığı ortamlar. Bu nedenle tuvalet ve lavabo kullanımınıza, el yıkama süre ve şeklinize dikkat etmeli, insanlarla yakın temastan, yanak yanağa öpüşmekten kaçınmalısınız. Ellerinizi 45 saniyeden az yıkamayın, doğru el yıkama tekniklerini kullanın. Tuvalet ve lavabo kullanımınızda hijyen koşullarına ekstra dikkat gösterin. Hijyenik bez ve mendillerin yardımına sık başvurun.

Oturmak tembellik ve şişmanlık sebebi
Uzun saatler oturarak çalışanlarda bağırsak tembelliği ve gaz problemleri de görülüyor. Ayrıca obeziteyi artırıyor. Ofis içinde kimseye telefon etmeyin, kalkın ve masasına kadar yürüyerek yüz yüze konuşmayı tercih edin. Böylece gözünüze az da görünse önemli bir hareket alanı elde etmiş oluyorsunuz. Belirli aralıklarla ayağa kalkın ve yürüyün. Koltuğunuzda otururken uygulayabileceğiniz esneme ve gerilme hareketlerini sık tekrar ederek uygulayın. Farka inanamayacaksınız. Ofis hastalıklarından korunmak için spora ve fiziksel aktiviteye gereken önemi verdiğinizden emin olun.

Ofis hastalıklarından korunmak için:
Koltuğunuz belinizi kavramalı, yüksekliği ayarlanmalı, arkalığı dik olmalı.
Masa yüksekliği boyunuza uygun olmalı.
Bilgisayar kullanıyorsanız; monitör tam karşınızda ve göz hizasında, klavye dirsek seviyesinde olmalı.
Ofiste kullanılan ışıklar gözleri yormamalı.
Ofis dolapları kolay erişilebilir olmalı.
Çalışırken dik oturmaya özen gösterilmeli, sağa ve sola dönüş hareketleri tüm vücutla birlikte yapılmalı.
15-30 dakikada bir ayağa kalkılarak kısa bir yürüyüş yapılmalı.
Pozitif olmaya ve stresten uzak durmaya çalışılmalı.
Gerilme hareketleri sık tekrar edilmeli.