28 Mart 2013 Perşembe

Nasılsa kökü sende


Eskilerin 'kökü sende uzar' demeleri boşuna değil. Uyuyan köklerini yeniden uyandırarak saç dökülmesine son vermek, yeniden sağlıklı saçlara kavuşmak mümkün.



Mevsim dönümleri, stres, saç boyaları derken saçlarımız dökülmeye ve bizi yavaş yavaş terk ederek tedirgin etmeye başladıysa önlem almanın tam zamanı. Kadın-erkek herkesin en kötü kabusları arasında kel kalmak mutlaka yer alır. Kadınlar hangi renge boyasa, hangi modeli kestirse doymadığı saçları olmadan adım atamaz, erkeklerse her ne kadar ‘kellik seksidir’ kalıplarına inanmak istese de, önemsemez görünse de içten içe kel kalmaktan korkar. Peki kıymetli saçlarımız neden bizi terk etmeye başlar? Saç dökülmesinin nedenleri nelerdir? Saçlarımızın endişe etmemiz gerektiği kadar dökülüp dökülmediğini nasıl anlarız? Günlük olarak bir kişinin yetmiş-seksen adet saçının dökülüyor olması normal karşılanıyor. Eğer bunun üzerinde bir dökülme seziyor, yastığınızda ya da kullandığınız tarakta yoğun saç dökülmesi görüyorsanız tehlike çanları çalmaya başlamış demektir.

En büyük neden genetik
Saç dökülmesi genelde iki farklı şekilde gerçekleşiyor. Bunlardan ilki ve en çok rastlananı erkek tipi dökülme olarak adlandırılıyor. Kadınlarda görülmediği sanılmasın; genetik olduğu düşünülen erkek tipi dökülme erkekler kadar şiddetli olmasa da kadınlarda da mevcut. Erkek tipi saç dökülmesinin nedeni ise testosteron hormonu. Genetik yatkınlık varsa testosteron hormonu saç köküne baskı uygulamaya başlıyor ve kökleri küçülterek faaliyetlerini durduruyor. Saç kökleri saç üretemez hale geliyor ve döküldükten sonra kendisini bir daha yenileyemiyor. Kadınlarda ise yumurtalık kisti, doğum kontrol hapı kullanımı gibi durumlar etkili olabiliyor. Ergenlik döneminden sonra başlayan saç dökülmesi hem kadınlarda hem erkeklerde hormonlara ve genetiğe bağlı olarak hız kazanıyor. Kadınlarda östrojen hormonu koruyucu bir görev üstlenerek erkek tipi saç dökülmesine genç yaşlarda engel olmayı başarıyor ancak özellikle menopoz dönemlerinden sonra bu etki azalarak yerini dökülmeye bırakıyor.

Mevsimsel dökülmeler
Genetik kaynaklı erkek tipi saç dökülmesinin dışında stres ve mevsim değişimleri gibi farklı ve değişken nedenlere bağlı dökülmeler ise ikinci tip dökülmeleri oluşturuyorlar. Her saçın kendisine göre bir yaşam ömrü var, yani bizim gibi uzayıp büyüdükten sonra yaşlanarak dökülme sürecine giriyorlar. Dökülme dönemine giren saç, üç ay kadar sonra dökülüyor. Bu tip dökülmelerde endişe etmek ya da tedaviye gerek duymak gerekmiyor. Tabii dökülme oranı aşırıya kaçmadığı sürece. Belirli bir süre sonra saçlarınızın yenilendiğini ve yeniden uzadığını görmüyor, saçlarınızda açılmalar tespit ediyorsanız mutlaka bir uzman dermatoloğa başvurmanız gerekiyor. Dermatologlar çeşitli saç incelemeleri yaptıktan sonra sorunun kaynağını tespit ediyor. Saçlar hangi dönemde durakladı, hangi dönemde dökülmeye başladı hepsi tespit ediliyor. Saç derisinde bir rahatsızlık varsa bu hastalık saptanarak tedavisine başlanıyor. Saç dökülmesinin demir ve çinko eksikliği gibi beslenme sorunlarına da işaret ettiği durumlarda bir beslenme programı yapılıyor. Bu besinlerin vücuttaki oranı artırılarak saç köklerinin yeniden canlanmaları bekleniyor.

Doğum sonrası saç dökülmesi
Kadınların en sık karşılaştıkları sorunlardan biri de doğum sonrası yaşanan saç dökülmeleri. Hemen hemen her kadında görülen bu durum genelde doğumdan sonraki üçüncü ya da dördüncü ayda kendisini belli ediyor. Ekstra bir tedavi gerektirmeyen bu tip dökülme için uyarıcı losyonlar kullanmak yeterli. Uzmanlar bu losyonların bebek ve emzirme açısından da bir zararı bulunmadığını bildiriyor.


Tedavi mümkün
İyi ve doğru uygulanan tedaviyle saç dökülme sürecini tersine çevirmek mümkün. Saç kökünü korumak ve saç kökü hücrelerinin yeniden damarla buluşturup yeni saç gelişimini sağlamak ilk adım olarak öne çıkarken, uzmanlar moralin de bu konuda etkili olduğu konusunda uyarıyor. Stres saç dökülmelerinin çoğalmasında etkili rol oynuyor. Açık biçimde şunu ifade etmek herkesin yüreğine su serpecektir; dökülen saç yeniden çıkıyor. Çünkü hormonlar sebebiyle faaliyetleri duran saç kökleri ölmüyor, sadece uykuya dalıyor. Uyandırmak ve dökülme nedenlerine karşı önlem almak, saç köklerini yeniden canlandırarak saç üretimini başlatıyor. Tabii bunu sürekli kılacak tedavilere yönelmek şart. Doğal yöntemlerle tedaviye destek olmak da büyük önem taşıyor. Saç oluşumunda en önemli elementin çinko olduğu doğrulanıyor. Bu konuda tahıllar ön plana çıkıyor; özellikle fındık, ceviz ve üzüm gibi kuruyemişlerin tüketilmesi tavsiye ediliyor. Yulaf da yine çinko bakımından zengin gıdalar arasında. Yapılacak zeytinyağı maskeleri ise saç köklerini uyararak canlanmalarına yardımcı oluyor.

Saç dökülmesine son vermek için
Saç dökülme sebeplerini doğru tespit edin.
Erkek tipiyse saç köküne ulaşabilecek nano teknolojik; aktif bileşenlerle uygulanmış formüllerle hazırlanan bir losyon kullanın.
Ağızdan ilaç önerilerine kulak asmayın ve bu tip ilaçları kullanmayın.
Saç derisine sürülen etkili losyonlarla hücrelere ulaştıktan sonra mutlaka tedavide devamlılık sağlayın.
Saç tipinize uygun şampuan kullanın.
Saç uyarıcı kozmetik losyonlar ve kişisel bakım yeterli olmuyorsa mutlaka bir uzman dermatologdan yardım alın.
Sık fön çektirmekten, jöle ve sprey gibi ürünleri saç dibinize temas edecek şekilde sık kullanmaktan kaçının. Saçınızı kurutacak ürünler kullanmayın.
Haftada en az üç kez saç yıkayın.
Beslenme biçiminizi demir ve çinko oranınızı yükseltecek şekilde programlayın.
Zeytinyağı saç dökülmesinin en doğal önleyicisi. Saç diplerinize bol bol zeytinyağı kürleri uygulayın.
Saçlar uzadıkça dökülme oranları da artar. Saçınız dökülüyorsa kısa modellere yönelin.
Stresten uzak durun, saç dökülmelerinin büyük bir çoğunluğu strese bağlı gerçekleşiyor.
Doğru tipte kaliteli bir tarak kullanın. Saçlarınızı yumuşak hareketlerle yeterli zaman ayırarak tarayın.



25 Mart 2013 Pazartesi

aynalı gözlüklere merhaba



2013 gözlük modellerinden gözlerinizi ayıramayacaksınız. Çünkü aynalı, parıl parıl ve rengarenk modelleriyle her yerde karşınıza çıkacaklar... 


Ne kadar iyi giyinirseniz giyinin karakterinizi ve stilinizi yansıtan detaylar mutlaka kullandığınız aksesuarlarda gizli kalır. Kullandığınız gözlük modeli de bu önemli detaylardan biri, belki en önemlisi olarak öne çıkar. Artık gözlük modelleri için belirli kalıplardan ve sınırlı renklerden söz etmek güç. Çok geniş bir skalada hatta bundan bir 10 yıl önce 'bu şekilde sokağa çıkarsam herkes bana güler' denilebilecek tüm modeller artık rahatça kullanılıyor. Tek ilham kaynağınız şahsi zevkiniz... Sınır koymayın, rengarenk modeller arasından kişiliğinizi en çok yansıtan modeli seçin. Numaralı gözlük sahipleri zaten mecburi kullanıcılar ama güneş gözlüklerini yaz-kış kullanarak göz çevresini zararlı ışınlarından korumanın mümkün olduğunu, yani sadece stil değil sağlık da kazandırdıklarını hatırlatalım!


Mandalina rengi öne çıkıyor
Gözlük modelleri 2013'te tam anlamıyla rengarenk. 
Tek renkli, klasik tasarımlardan uzak durmanızda yarar var. Yılın öne çıkan rengi ise kesinlikle mandalina tonları. Kalın çerçeveli ve geometrik desenli, dekorlu olarak anılan gözlük modelleri bu yıl trendler arasında. Vintage modellerin hakimiyeti ise tahtını koruyor. Asıl büyük çıkış ise aynalı modellerde. Yıllardır polislerden başkasında görmediğimiz bu modeller bu yıl her yerde karşımıza çıkacak...

Büyük gözlüklerden çekinmeyin
Hollywood süperstarı havasına bürünmek isterseniz kocaman çerçeveli büyük gözlüklerin popülaritesinden hiçbir şey kaybetmeden halen moda olduğunu hatırlatalım!

Çerçeve sevmiyor musunuz?
Çerçevesiz ya da yarım çerçeveli gözlükler sezonun sporla vintage karşımı görüntüsünü yakalamak isteyenler için ideal. Hem jean-tişört kombinlerinizle hem de şık mini elbiselerinizle kullanabilmeniz de bir avantaj.

Vizör
Sezonun spor ilhamından hareketle ortaya çıkan bir başka modeli vizör gözlükler fütüristik stillerden hoşlananlar için. Genelde üst kısmı düz, altı oldukça geniş bu gözlükler minik yüzlerin kaçınması gereken modellerden.


Gözlüğün de dekoru var
Dekorlu çerçevelerde geometrik şekiller, desenler, renk blokları hatta danteller ile birlikte farklı modeller yaratılıyor.

Degrade camlar
Her sezonun vazgeçilmezi degrade camlı gözlükler bu yıl da moda. Gözünüzü camın koyu kısmıyla korurken açık renkli bölüm gözlerinizi ortaya çıkarıyor. Dahice...

Şeffaf çerçeve
2013'te her yerde şeffaf aksesuarlar görmeye hazır olun. Şeffaf çerçeveli gözlükler de spor şıklık yaratmak ve daha 'cool' görünmek isteyenlerin vazgeçilmezlerinden olmaya aday. 

Kemik çerçeve
Özellikle yeni neslin vazgeçilmezi halini alan kalın kemik çerçeve, numaralı gözlüklerde en popüler model olmaya devam ediyor. Bir zamanlar çocukların ‘dört göz’ diye dalga geçtiği modeller, bugünün hipster’larının elinden düşmüyor. Gözleri bozuk olmayan ve kişiliğini bu kemik gözlüklerle yansıttığını düşünen gençler ise, numarasız camla ya da cam kullanmadan yine de bu aksesuarı tercih ediyor.

Kedi Gözü
Bu yıl 50'lerden, 60'lardan ilham alan tasarımları görmeye devam edeceğiz. Bu yıllardan laf açıp da kedi gözü modelinden bahsetmemekse mümkün değil. “Cat’s Eye” diye bilinen gözlükler bu sezona da damga vuracak ama biraz daha yumuşatılmış modellerini de görebileceğiz.

Aynalılar geri döndü
Polis gözlükleri olarak andığımız ve tarihe gömüldüğünü düşündüğümüz aynalı gözlükler 2013'ün gözlük modeli yıldızı. Renkli ve parıl parıl aynalı camları her yerde görmeye hazır olun. Her ebatta ve renkte camlarla bu yıl bir aynalı gözlük edinmeniz şart.

Yüz şeklinize göre seçin
Detaylara çok fazla takılmayın ama yüzünüze hiç yakışmayacak bir gözlük seçmekten de kaçının. Yüz şekliniz, ten ve saç renginiz hatta burun yapınız bile bu konuda önemli. Bol bol model deneyerek size en yakışan gözlüğü bulmaya çalışın. Oval yüzler şanslı, hemen her modeli seçebilirler. Uzun yüzler ise aşağı doğru uzayan veya dikdörtgen çerçevelerle şanslarını denemeliler. Kare yüzler oval, yuvarlak veya kedi gözü çerçeveleri tercih edebilirler. Dikdörtgen bir yüzünüz varsa yuvarlak veya kare çerçeveler tam size göre. 









20 Mart 2013 Çarşamba

“Gitmek ve gezmek her zaman heyecan verici”



“Damak çatlatan lezzet” dendiği anda renkli kemik gözlükleriyle gözümüzün önünde beliren Mehmet Yaşin, hazırlayıp sunduğu Yol Üstü Lezzet Durakları isimli programıyla Türkiye’nin lezzet arşivini de tutuyor. Yıllardır Türkiye ve dünyada binlerce tadı deneyimleyen Yaşin, kendisini hala gurme olarak tanımlamıyor, “Gurmelik başka bir iş. Şikemperver yani midesine düşkün tanımı benim için daha doğru” diyor.

Renkli kemik gözlükleriyle “damak çatlatan lezzet” kavramını hayatımıza katan Mehmet Yaşin’i bugün bilmeyen yok. Keyifli, samimi sohbetiyle Anadolu’yu sokak sokak gezen ünlü programcı, dile kolay tam 22 yıl gazetecilik yapmış. Atlas Dergisi’ni çıkaran, Hürriyet Dergi Grubu’nun ve Doğan Kitap’ın yayın yönetmenliğini üstlenen Yaşin, zamanla gezilerini lezzet deneyimleriyle bir araya getirmeye karar vermiş. Bugün gazete ve dergilerdeki köşe yazılarında, ayrıca CNN Türk için hazırladığı Yol Üstü Lezzet Durakları isimli programında, lezzetin peşinde uzun yolculuklar yapıyor, ünlülerle mutfak zevkleri ve kültürleri üzerine söyleşiler gerçekleştiriyor. Anadolu’nun hemen her yerini mutfak zenginliğiyle anlatan program, kıymetli bir Türkiye lezzet arşivi. Zamanla yok olmaya yüz tutan yemeklerimiz adına çok önemli bir kaynak aynı zamanda. Programın kıymeti bundan bir 15 yıl sonra çok daha fazla anlaşılacak belki. Anadolu lezzetlerini insanların sipariş vererek kolayca tadabilmelerini sağlamak amacıyla Yemek Sepeti ortaklığında yeni bir projeye de imza atan Yaşin’le projesi Lokum.com’dan ve yemek deneyimlerinden bahsettik.

Herkes size gurme diyor ama siz sürekli kendinizi gurme olarak görmediğinizi söylüyorsunuz…
Gurmelik kavramı bizde yanlış kullanılıyor. Gurmelik çok farklı ve zor bir iş. Yemekten bir kaşık alıp onun üstüne bir şeyler söylemek gurmelik değildir sanıyorum. Bu işin ciddi okulları var. Önce bu okulları okumak lazım. Sonra malzemeleri, malzeme uyumunu, tüm pişirme tekniklerini, bu tekniklerin yemeğe neler kattığını, yemek tarihini, mönü yapmayı, mutfağı yönetmeyi, dünya tatlarını ve daha birçok şeyi bilmek lazım. Ben bunların bazılarını bilmediğim için kendime “Şikemperver - Midesine düşkün” demeyi daha uygun buluyorum.

Yeni projeniz Lokum.com nasıl ortaya çıktı?
Yemek Sepeti’yle benzer projelerimizi birleştirdik diyebiliriz. Lokum.com, seçtiğimiz Anadolu lezzetlerini internetten sipariş verebildiğiniz bir site. Tabi Yemek Sepeti’nin alt yapısı bu zor projenin gerçekleşmesi için en önemli unsur oldu. Ben de yıllardan beri biriktirdiğim deneyimlerimle destek oluyorum. Yani hangi lezzet nerede bulunur, ne nerede bulunuyor, hangisi en lezzetli gibi. 

Anadolu lezzetlerini evlere taze ulaştırılmak ciddi bir sorumluluk… 
Evet bunun için de çok ciddi bir yatırım yapıldı. Üretici ürünü Lokum’a gönderiyor.Lokum’un özel deposunda bu ürün kontrolden geçiyor. Eğer uygunsa yine özel kutulara konup hemen müşteriye gönderiliyor. Tüm bu işlemler inanılmaz kısa bir sürede gerçekleşiyor. İnsanlar zamansızlıktan bu lezzetlere ulaşma olanağını bulamıyorlar. Proje tam da bu zamansız insanların sorularından ve taleplerinden oluştu zaten. Belki bu lezzetleri tadanlar, diğer lezzetleri de tatmak arzusu duyup keşif yolculuklarına çıkabilirler diye düşünüyorum.


Hazırladığınız Yol Üstü Lezzet Durakları uzun yıllardır sürüyor. Hayatınızı nasıl etkilendi program?
Sağlık açısından olumlu etkilediğini söyleyemem. Bel kalınlığım altı yıldır biraz daha arttı. Ama deneyim açısından çok zenginleştirdi. Şu an Türkiye’nin neresinde ne pişiyor, hangi malzemeler kullanılıyor, hangi pişirme teknikleri uygulanıyor biliyorum. Tabii bu bilgileri zaman zaman birbirine karıştırdığım da olmuyor değil...

Program için çok sık seyahat ediyorsunuz, yorucu oluyor mu?
Gezmek daha doğrusu gitmek her zaman heyecan verici ama kış aylarındaki yolculuklar beni biraz zorlamaya başladı. Ayrıca evde oturup kitap okumak isteğim her geçen gün biraz daha artıyor nedense. Bu özlemim yaşla ilgili olabilir. Seyahatteyken dönmek istiyorum, ama döndüğümde de aklım fikrim hep gitmeye takılıyor. Dünyada Alaska, Şili Patagonyası gibi ıssız topraklara gitmeyi seviyorum. Cape Town sık gittiğim bir kent. Çünkü çok lezzetli şaraplar ve etler orada. Bir de New York’un karmaşasını çok seviyorum.

Mutfakla aranız nasıl? Yemek yapar mısınız?
Zamanımın çoğunu mutfakta geçirmem ama yemek yapmayı bilirim. Daha çok canım sıkıldığı zamanlar mutfağa giriyorum. Çünkü yemek pişirirken tüm dertlerimi unuturum. Mutfağa sık girmem ama girince de hakkını veririm. En iyi yaptığım yemek güveçte türlü ve etsiz kuru fasulyedir. Kızarmış patlıcan üstüne sarmısaklı domates sosunda da rakip tanımam.

Gençlerin yemek kültürümüzü anlamak ya da bu alanda meslek sahibi olmak için nelere dikkat etmeleri gerek?
Kültürümüzün, yemeklerimizin peşine düşmeleri, tatmaları, öğrenmeleri lazım. Literatürü takip etmeleri şart. Ayrıca kendi aile büyüklerinden, kendi ailelerinin yemek alışkanlıklarını öğrenmeleri, bu alışkanlıkların peşine düşüp geçmişlerine gitmeleri gerekir. Bu konuda eğitim veren okullara misafir öğrenci de olabilirler.


Gurme keşifler yapmaya ve bunları yazmaya nasıl başladınız?
Gezginliğimle birlikte bu keşifler de başladı. Ben gittiğim coğrafyaları daha iyi kavrayabilmek için pazarlara ve arka sokaklara giderim. Çünkü gerçek insanlar oradadır. O kentin veya yörenin anlaşılması onların yemek kültüründen geçer. İşte bu nedenlerle gittiğim yerlerdeki lezzet duraklarının peşine düştüm. Bu lezzetli ve keyifli mekanları kendime saklamayıp, başkalarıyla da paylaşmak için bu keşifleri önce yazıya döktüm sonra da televizyona taşıdım.

Yerel lezzetlerimizi dünyaya yeterince tanıtabiliyor muyuz sizce?
Tanıtma bakımından başarısız değiliz, tam anlamıyla sıfırız. Bu işte baş görevlinin Kültür Bakanlığı olması gerekir. Daha sonra ise o yörelerin yerel yönetimlerinin bu tanıtıma ön ayak olması beklenir. Bu konuda en başarılı ilimiz Gaziantep. Bu kentin mutfak kültürünü artık Türkiye’de bilmeyen kalmadı. Bu çaba Antep’e turist olarak dönüş de sağladı.

Türkiye’nin geçmişten günümüze yeme-içmedeki gelişimini nasıl buluyorsunuz?
Oldukça ileri bir düzeyde buluyorum. Bunun en önemli kanıtı büyük sermayenin bu işe para yatırmaya başlamış olması. Bilirsiniz, sermaye gelecek görmediği bir işe para yatırmaz. Bu gelişimde ayrıca üniversitelerin gastronomi bölümlerinin ve mutfak okullarının da büyük payı oldu. Tabii biz yeme içme yazarlarını da bir kenara atmamak lazım. Onlar olmasaydı yemek kültüründen, yeme içme dünyasından kimsenin haberi olmayacaktı.



18 Mart 2013 Pazartesi

çiçek ekim zamanı




Mis kokulu yasemin ve erguvanlar, rengarenk sardunyalar, papatya ve nergisler... Bahçelerin çiçeklenme zamanı yaklaşıyor. Hazırlıklara hemen başlarsanız bahçenizi bu bahar bir çiçek cennetine dönüştürebilirsiniz.

Bahçelerin canlandığı, rengarenk çiçeklerin arasından mis gibi bahar kokularının yayıldığı günlere çok az kaldı. Yeni tohumlara, çiçeklere sahip olmak isteyenler için şubat, mart ve nisan ayları tam bir yatırım dönemi. Tohum ekme ve çiçeklenme ayı mart ile birlikte ekeceğiniz çiçekleri seçmiş ve bakımlarına kendinizi hazırlamış olmanız gerek. Geç kalmayın ve mutlaka birbirinden güzel yeni çiçekler keşfedip şans vererek bahçenizi renklendirin. Eğer bahçenizin büyümesini, dilediğiniz çiçeklerle dolmasını istiyorsanız düzenli bakımın şart olduğunu hatırlatalım. Bahçenize belirli bir düzene oturtulmuş, özenli bir bakım sistemi uygulayın.   

Tohum ekim dönemine hazırlık için yapılması gerekenler:
·        Düzenli ve yeterli, mevsime göre gübre ve besin takviyesi
·        Gerekli görülen durumlarda ilaçlama
·        Düzenli olarak toprağın pH, tuz ve mineral kontrolü yapılarak bu oranların dengelenmesi
·        Ağaç ve çalıların bakım ya da form amacıyla budanması
·        Sıklaşma görülen alanlarda gerekli seyreltmeler Rüzgar, toprak kayması gibi dış etkenlerle zarar görmüş bitkilerin eski konumlarına getirilmeleri 
·   Bozulma görülen bitkilerin değiştirilmesi, çimlerin düzenli aralıklarla biçilmesi


      ·    Çimlerde bulunan yabancı otların toplanması ve sürekli yabancı ot kontrolü yapılması
         ·     Çimlerin gübrelenmesi, ilaçlanması, havalandırılması       
             ·    Bahçeden çıkan artık ve çöplerin ayıklanması

      

Şubat ayının yıldızı kırmızı gül
Her bitkinin yetiştiği zaman ve mevsim, türüne
göre farklılık gösteriyor. Ancak bahar
aylarında mis kokulu renkli çiçeklerin hayalini
kuranlar için pek çok farklı seçenek mevcut.
Şubat ayının çiçekleri menekşe ve kırmızı gül.
Sevgililer günü sebebiyle her yerde kıpkırmızı
güller görmemiz boşuna değil. Bu ayda çiçek
vermeyi kesen ağaççıklar ve yeniden çiçek
veren gül fidanlarının budanması  gerekiyor.
Çim alanlarda kış gübrelemesi önceki aylarda
yapılmadıysa bu ay hala şansınız var. Şubat
sonuna doğru yenilenmenin iyice başlaması
gereken dönem. Yani mart için hazırlıklarınızı
şubat ayında bitirmiş olmalısınız.

Mart ayı tazelik getiriyor
Mart ayıyla birlikte bahçelere de taze bir 
nefes geliyor. Yenilenmenin ve tohum ekiminin
tam zamanı. Mart ayının çiçekleri 
ise nergis ve fulya. Kış aylarında bitkileri
korumak için toprağa serilen saman, bitki yaprağı gibi örtüleri son kez
yenilemelisiniz. Sonbaharda ya da kış boyunca tohum olarak ekilen bitkilerin
yerlerine dikilmesine de bu ay itibariyle başlamalısınız.



Papatya ve erguvan ekinNisan ayıyla birlikte artık havaların iyice ısınmaya başladığını, içimizi ısıtan rengarenk çiçeklerin kokusunu da daha yoğun hissetmeye başlarız. Nisan çiçeği ise tüm zamanların doğallığı ve güzelliğiyle vazgeçilmezi papatya. Bahçenizde bir havuz ya da akvaryum varsa su altında yaşayan nilüfer ve su sümbülü gibi bitkileri de nisan ayında yerleştirmeye başlayabilirsiniz. Yaz aylarında çiçek açacak petunya, mine, kasımpatı  gibi çiçekleri de ekebilirsiniz. Tohum ekilen 

 yetiştirme sandıklarını ya da nazik bitki türlerinin bulunduğu saksıları gölgelenmeleri için bir örtüyle kaplamayı da ihmal etmeyin. Gölgeleme örtüsünü saydam muşambadan tercih edin. Nisan ayının sonlarına doğru her yerde erguvan görmeye başlarız. Mis kokularıyla bu mor salkımlı çiçeklere sahip olmak istiyorsanız şimdiden ekmeyi unutmayın!



  Mis kokulu çiçekler için ipuçları
Birkaç günde bir sulanıp, nemli kalmaktan başka bir ihtiyacı olmadan kolayca yetişebilen çiçekleri tercih ediyorsanız papatya, kedi gözü, fesleğen ve sardunya tam size göre. Kırmızı, pembe ve beyaz renkleriyle sardunya, çiçek ailesinin en cefakâr üyesi. Saksıdan kırıp toprağa ektiğiniz bir dal, kısa süre sonra çoğalıp yeni kökler verebiliyor. 
Bahçenizde mutlaka sevdiğiniz bir kokulu çiçeğe yer verin. Mis kokulu yasemin, hanımeli, melisa, lavanta ya da ıtır kokularıyla bahçe sahiplerini mest eden alternatifler. Üstelik bu çiçekler o kadar dayanıklı ki. Bütün bir yaz ve sonbahar boyunca sizinle kalabiliyorlar.


Mis kokulu çiçekler için ipuçları
Birkaç günde bir sulanıp, nemli kalmaktan başka bir ihtiyacı olmadan kolayca yetişebilen çiçekleri tercih ediyorsanız papatya, kedi gözü, fesleğen ve sardunya tam size göre. Kırmızı, pembe ve beyaz renkleriyle sardunya, çiçek ailesinin en cefakâr üyesi. Saksıdan kırıp toprağa ektiğiniz bir dal, kısa süre sonra çoğalıp yeni kökler verebiliyor. 
Bahçenizde mutlaka sevdiğiniz bir kokulu çiçeğe yer verin. Mis kokulu yasemin, hanımeli, melisa, lavanta ya da ıtır kokularıyla bahçe sahiplerini mest eden alternatifler. Üstelik bu çiçekler o kadar dayanıklı ki. Bütün bir yaz ve sonbahar boyunca sizinle kalabiliyorlar.


Şimdi ekin yazın koklayın!
Kasımpatı: Güzellikleriyle göz dolduran kasımpatılar soğuğa da dayanıklı çiçekler. Sonbahar sonundan kış aylarına kadar çiçekli kalıyorlar. 


Zambak (Lilium): Zarif zambakları ilkbahar döneminde ekerseniz mayıs ve ağustos ayları arasında bahçenize konuk olduklarını görebilirsiniz. Bu çiçeği sonbahar aylarında yine ekmek de mümkün.  

Kanarya gülü: Belki gerçek bir gül değil ama en az gül kadar iddialı bir güzelliğe sahip. Şubat ayında ekilen kanarya gülleri nisan ve mayıs aylarında çiçek açabiliyor.

Leylak: Her tür toprakta rahatlıkla gelişim gösterebilen bahçe çiçeği leylaklar, mart ve mayıs ayları arasında çiçek açıyor.

Aslan ağzı: Yine tam bir bahçe çiçeği.  Şubat ve mart aylarında ekilirse yazın kendisini gösteriyor. Özellikle güneşli yerleri seviyor.

Petunya: Petunya en dekoratif çiçeklerden. Duvarda, bahçe korkuluklarında, balkon önlerinde hızla yayılabiliyorlar. Mart sonuna kadar ekimi yapılabiliyor. Mayıs ayının başlarında da çiçeklenmeye başlıyorlar.





      

15 Mart 2013 Cuma

bıyığın geri dönüşü


Söz konusu moda ve trendler olunca, hemen her şeyin geri dönüşü mümkün. Bir zamanlar 'demode' bulunan ve geri dönmesi imkansız gözüyle bakılan bıyık, şimdi erkeklerin de kadınların da yeni gözdesi. 

Erkeklerin güç ve iktidar sembollerinden olduğu söylenen bıyık, tarih içinde milli ve dini görüşlerden tutun da, farklı cemiyetlerin aidiyetine kadar pek çok farklı sembol için kullanıldı. Öyle ki, bıyıksız erkeklerin sözü bile pek ciddiye bile alınmazdı. Gel zaman git zaman, belki de tarihin en korkunç diktatörlerinin de bıyıklı olması etkisiyle yok oldu, uçtu gitti, bıyıklı erkekler de uzun bir zaman orta yaşın üstünde, demode olarak etiketlendi.

Dönem dizilerinin etkisi
Durumun tamamen tersine  dönmesinde Hollywood'un ünlü yakışıklılarından ülkemizde birçılgınlık halini alan dönem dizilerine kadar pek çok  farklı  etkenin parmağı var. Her şey George Clooney, Brad Pitt, 

Johhny Depp ve Robert Downey Jr. gibi ünlü Hollywood isimlerinin bıyık bırakarak gururla ortaya çıkmasıyla başladı demek yanlış olmaz. Erkek modasına yön veren ve hemen hemen bütün dünyadaki kadınların başını döndüren bu erkekler, farklı tiplerde bıyıklar bırakmaya başlayınca dünyayı bu trendin sarması da hiç uzun sürmedi. Türkiye'de ise dönem dizileri bıyığın dönüşünde Hollywood'dan bile daha hızlı etki yaptı. Osmanlı tarihinin ve yakın Türkiye geçmişinin dizisi çevrilmemiş bir dönemi kalmayınca, bu dizilerin gördüğü talep ve başrol erkek karakterlerinin bıyıklarıyla günlük hayatta arz-ı endam etmeye başlamaları, zaten hızla yükselmeye başlayan bıyığın yerini iyice sağlamlaştırdı.  

'Hipster' bıyığı
Dönem dizileriyle birlikte bir de 'Hispter'lık ülkemizde yayılmaya başlayınca işin içine ucu kıvrık uzun bıyıkların moda olması da girdi. Kökü 1940'lara kadar uzanan 'Hipster' kültürü, aslında bağımsız düşünceye, sanata, yaratıcılığa, popüler olmayan modaya ve karşıt kültürlere değer veren gençlerin benimsedikleri bir alt kültür olarak tanımlanabilir. Ama 'Hispter'lığın özellikle ülkemizde uygulanan ve altı pek de dolu olmayan versiyonları için olmazsa olmaz üç kural var sadece: Dar skinny pantolon, ince kıvrık bıyık ve kemik gözlük... Dolayısıyla bıyık, bu akımdan etkilenen gençlerin arasında da oldukça yaygın artık.

Bir de aksesuar modası var
Bıyığın yeni hakimiyeti yalnızca erkekler arasında değil. Artık kadınlar da bir bıyık çılgınlığı yaşıyor, tabii ki bıyık bırak(a)mıyorlar ama her türlü aksesuarını kullanıyorlar. Bıyık figürlü t-shirt baskıları, kolye, yüzük, küpe ve saatler, tokalar, telefon ve tablet kılıfları artık her yerde. Tasarım ve hediye mağazalarına girip de bıyık desenli bir obje ya da eşya görmemek mümkün değil. Kendini bir kez bıyıklı gördükten sonra bu görüntüden kolay kolay vazgeçemeyen ve asla tıraş olmayan erkekler gibi boynundan bıyıklı kolyesini çıkarmayan kadınlar da etrafta hızla yayılıyor.

Hangi yüz tipine hangi bıyık gider?
Peki bıyık bırakmak için neleri dikkate almak gerekiyor? Sadece bir bıyık şeklini beğenmek yeterli değil. Beğenilen modelin yüz yapısına uygunluğu hayati önem taşıyor. Modaya uygun olmak isterken komik duruma düşmek istemiyorsak tabii. Burun, dudak ve yanak mesafeleri bıyık modeli konusunda belirleyici rol oynuyor. Gülümsediğinizde dudak kenarında oluşan çizgiyle burun kenarınız arasındaki mesafe, dudak uzunluğunuz ve dudaklarınızın burnunuza olan mesafesi ölçülmeden bıyık modeline karar vermemeniz öneriliyor. Kıl yapısının yumuşak ya da dik ve asi oluşu da yine model konusunda etkili. Bıyıkla birlikte sakal da kullanacaksınız ikisinin birbirine uyumlu modellerde olmasını gözetmeniz tavsiye ediliyor. Dolayısıyla bıyık bırakmadan önce bir uzmandan yardım almanız şart.

Geleneksel Türk bıyıkları
Eski zamanların bıyıklarını hatırlamadan yeni modaya bakmak olmaz. Geleneksel Türk bıyıklarını birlikte hatırlayalım:

Karanfil bıyık: Katip ve şair bıyığı olarak bilinen ince bıyık.

Kaytan bıyık: Esnaf bıyığı olarak bilinir. Alt kısmı kırpılmış, üstten derin kesilmiş, uçları sarkık bu modeli hatırlamamak mümkün değil.


Pala bıyık: Padişahların, yeniçerilerin bıyığını yaratmak için yalnızca alt kenarlar kesiliyor. Üst kısımlar alabildiğine gür bırakılıyor. Bu bıyık kuvvet ve ihtişamı çağrıştırıyor.

Burma bıyık: Genç yeniçeri bıyığı olarak hatırlamak mümkün. Palabıyığın daha incesi ve gür olmayanı.

Bıyıklar ve karakterler
Uzmanlar bıyık türlerini erkek karakterlerine göre şöyle sıralıyor:

Çizgi bıyık: Üst dudağın yukarısında, kalemle çizilmiş gibi incecik duran bıyık şekli. Genelde bu bıyık şeklini seçen erkekler, daha çekingen ve hata yapmaktan korkan kişilikler olarak tanımlanıyor.

Kısa ve düz bıyık: Diş fırçasına benzeyen kısa ve düz bıyıklı erkekler kesinlikle dikkat çekmekten hoşlanan karakterler olarak gösteriliyor.

Kısa bıyık: Kısacık bıyığın oldukça iddialı olduğunu kabul edelim. Kendine güvenen ve titiz bir erkek görüntüsü yaratmak istiyorsanız tercih etmelisiniz.

Sarkık bıyık: Dudak kenarından aşağı doğru sarkan bıyıklar, genelde daha hassas erkek karakterlerine göre.

Kesik kenarlı kalın bıyık: Kenarları birbirine paralel olan kalın bıyıklar, ileri yaşta, ununu elemiş ev erkeklerinin işareti olarak görülüyor.
 
Uzun burma bıyık: Kenarları burulmuş uzun bıyık, bu bıyığı kullanan komedyenlerin de etkisiyle olsa gerek, şakacı ve sıcakkanlı insanların tercihi olarak adlandırılıyor. 





14 Mart 2013 Perşembe

“Olduğum gibiyim, hırsım ve planlarım yok”


Arka Sokaklar dizisinde canlandırdığı Melek Komiser rolünü üç yıldır sürdüren oyuncu Zeynep Beşerler, yeteneği kadar güzelliğiyle de tanınan isimlerden. Onu yakından tanıyanları şaşırtıyor çünkü bakım uygulamayı hiç sevmiyor, alışveriş, kuaför ve makyaja hemen hemen hiç zaman ayırmıyor. Zeynep Beşerler’le soğuk bir çekim günü Arka Sokaklar’ın setinde buluştuk…  



İzmirli oyuncu Zeynep Beşerler, oyunculuğa tesadüflerle başlamış şanslı isimlerden. Çünkü daha ilk rolünde Uğur Yücel’in karşısına çıkma fırsatı yakalamış. Tabii şansını iyi kullanmanın ve çok çalışmanın önemini sürekli vurguluyor. İstanbul’a Fransız dili ve edebiyatı okumak için gelmiş, sunuculuk, reklam filmi oyunculuğu derken Tarkan’ın “Dudu” şarkısının döneminde çok konuşulan video klibinde görüldükten sonra; Uğur Yücel kendisiyle tanışmak istemiş. Alacakaranlık için seçmelere davet edilmesinin ardından da rolü kapmış… Sonrasında “Ihlamurlar Altında”, “Aşk ve Ceza” gibi bir çok dizide ve “Kağıt”, “Şov Bizınıs”, “N’apcaz Şimdi” gibi sinema filmlerinde izlediğimiz Beşerler, üç yıldır Arka Sokaklar’ın sevilen karakteri Melek Komiser rolüyle her hafta ekranlara konuk oluyor. Bu sezon yayından kalkan dizilerle birlikte artık yeni ve yaratıcı bir döneme girilmesi gerektiğini vurgulayan güzel oyuncu; “Yayına 80 kadar dizi girdi ama hemen hepsi bu yıl yayından kalktı. Yapılan işler birbirlerine çok benzediği için, insanlar artık bunları seyretmek istemiyor. Çok iyi prodüksiyonlarla hazırlanan dönem işleri artık tutmuyor mesela. Yeni bir şeyler bulmanın zamanı geldi, hem senaristler hem de yapımcılar için geçerli bu. Çünkü üretim yok, Türk romanları bitti, yeniden yabancı dizi uyarlamaları başladı. Bunun bir sonu olacaktı, yavaş yavaş o sona yaklaşıyoruz işte. Gerçekten yaratıcı bir şeyler bulamadıkları ve süre sorununu halletmedikleri sürece dizi diye bir şey kalmayabilir” diyor. Beşerler’le oyunculuk, güzellik ve bakım üzerine keyifli bir sohbet gerçekleştirdik. 

Arka Sokaklar yedi yıldır sürüyor. Siz üç yıldır dizide yer alıyorsunuz. Bu başarıyı neye bağlıyorsunuz?
Halka çok yakın bir hikaye anlatıyoruz. En büyük nedeni bu. Senaryomuzdaki olaylar aslında üçüncü sayfa hikayeleri; Türkiye’nin gerçekleri bunlar, uydurulmuş şeyler değil. Biz sadece dizi halinde izleyiciye tekrar sunuyoruz. Artık çok kanıksanmış, seyretmesi kolay bir dizi olduğu için özellikle çocuklar ve yaşlılar tarafından seviliyor. Birbirini çok seven oturmuş ve kemikleşmiş bir kadromuz, iyi bir yönetmenimiz var. Bunların hepsi bir araya gelince ortaya da iyi bir iş çıkıyor.

Polis oynamak size polislerle ilgili neler düşündürdü?
Türkiye’de belki dünyada da böyle bilemiyorum, polislerden ürküyor insanlar, etraflarında görmek istemiyorlar. Ama eninde sonunda bu birlik ve düzeni sağlayan onlar, korkulacak hiçbir şey yok. Dizinin bu algının değişmesinde katkı sahibi olduğu söyleniyor bize. Benim de polislere bakış açım rolümle birlikte çok değişti. Aslında korkulacak hiçbir şey yok. Onlar çok zor bir iş yapıyorlar, sürekli bir namlunun ucunda yaşamak gerçekten sinir bozucu. Ne olacağını bilmeden çıkıyorlar evlerinden her gün, Allah hepsinin yardımcısı olsun.

Rolünüze nasıl hazırlandınız?
Benim herhangi bir hazırlık yapmaya hiç vaktim olmadı. Bir başka dizim bitti ve tam film çekerken birdenbire bu diziye başladım. Paldır küldür oldu biraz ama ben kendimi bildim bileli polisiye dizileri çok seyrederim, polisiye okurum. Seri katilleri araştırırım, hatta küçükken FBI ajanı olmak isterdim. Dolayısıyla çok fazla zorlanmadım, sette görerek öğrendim.

Arka Sokaklar hep dışarıda çekiliyor, zorluyor mu sizi bu durum?
Tabii çünkü bunun yazı var, kışı var. Bugün yağmur yağıyor, haftaya belki kar olacak yine. O zamanlar çok zorlanıyoruz, yazın da aynı şekilde beynimize güneş geçiyor. Bazen keşke bir sitcom’da, ev ortamında oynasam dediğim olmuyor değil, (gülüyor). Ama bunun dışında çok zorlanmıyorum, ekibimiz çok tecrübeli ve çok eğlenceli.

“Neysem oyum, bunu çok değiştirmek ve kurcalamak istemem. Kardeşim de benim gibidir, belki aileden geliyor bilmiyorum. Yapım böyle, beni eğip bükmez çok fazla olaylar, tutucu bir karakterim var, yalnızlığın verdiği bir sağlamlık var. Benim doğrum bana her zaman doğrudur.”

Oyunculuk eğitimle mi yoksa şansla mı ilgili sizce?
Tamamen şansla ilgili ama bununla birlikte insanın kendisini bilmesiyle de alakalı. Yeni nesil başrol oynadı diye oldum zannediyor. Öyle olmuyor bu iş. O kadar kolay olsaydı, büyük oyuncular yıllarca emek vermezlerdi. Benim 10. senem hala da emek veriyorum. Daha öncesinde reklam ve sunuculuk deneyimlerim de var. Yükselip alçalmak çok kolay, ben belirli bir çizgide uzun yıllar gidebilmeyi tercih ediyorum.

Nasıl başladınız oyunculuğa?
Üniversitede Fransız dili ve edebiyatı okudum. Okul yıllarında tiyatro yapmıştım ama oyunculuk hayalim yoktu. Sonra İstanbul’a geldim ve sunuculuk, reklam oyunculuğu başladı. Derken Tarkan’ın “Dudu” şarkısının klibinde oynadım. Uğur Yücel klipten sonra benimle tanışmak istemiş. Alacakaranlık için görüştük ve rolü aldım. İlk Alacakaranlık dizisinde yani oyunculuk anlamında çok zirve bir noktada başladım her şeye. Bu benim için harika bir tecrübe oldu. Ben de şansımı çalışarak iyi değerlendirdim diye düşünüyorum. 

“Sadece yelken seviyorum. 
Salon sporu yapmıyorum, hiç 
sevmem. İyi de yemek 
yerim(gülüyor). En sevdiğim yemeklerden biri patates. Patatesin her halini seviyorum. Sabah-öğlen-akşam patates yiyebilirim.”

İlk sahnenizi hatırlıyorsunuzdur, çok heyecanlanmış mıydınız?

Bilgi Üniversitesi’nde çekilen bir sahneydi, öğrenciyi oynuyordum. İlk gün sete girdim, “ne oluyor burada” diye şöyle bir baktım etrafıma ama sonra hemen olayın içine girdim. Rahatlığıma herkes çok şaşırmıştı o gün. Aslında çok ilginçtir çekimden çok daha önce, role seçildikten hemen sonra ilk toplantının yapıldığı yerin kapısına gelmiştim ve “benim ne işim var burada” diyerek geri dönmeyi düşünmüştüm. Tam arkamı dönecekken kapı açıldı, beni içeriye buyur ettiler. Kapı biraz daha geç açılsa belki bugün burada değildim. Tesadüfler sonucu oyuncu oldum diyebilirim.

Oyuncular bukalemundur biraz, sizin çok net, kesin bir tavrınız var…
Neysem oyum, bunu çok değiştirmek ve kurcalamak istemem. Kardeşim de benim gibidir, belki aileden geliyor bilmiyorum. Yapım böyle, beni eğip bükmez çok fazla olaylar, tutucu bir karakterim var, yalnızlığın verdiği bir sağlamlık var. Benim doğrum bana her zaman doğrudur. Uzun süredir bu sektörün içindeyim. Çok iyi insanlar tanıyorum, onlar da beni tanıyorlar. Bunun rahatlığına da erdim artık. Kendimi çok fazla anlatmak, ispatlamak zorunda hissetmiyorum. İyi ya da kötü her şey ispatlanmış ve ortada artık. Ben bu saatten sonra bu karakteri değiştiremem. Hırslı değilim, gelecek planları yapmıyorum. İstediğiniz kadar plan yapın, şans sizden yana değilse hiçbir şey yapamazsınız. Çok büyük yapımlar iki gün sonra iptal edilebiliyor bu sektörde.

Bir gününüz nasıl geçer?
Sabahtan akşama çalışarak geçiyor genelde. Bizim setlerimiz çok erken saatlerde başlamıyor. Uykuyu seven bir ekibiz. Set saati en erken 10’dur hep. Haftanın altı günü set sürüyor zaten, bazen yedi. Kendime pek fazla vakit ayırabildiğim söylenemez bu tempoda.

İşiniz olmadığı zaman neler yaparsınız?
Her şeye yetişmek isterken hiçbir şey yapamayıp kilitleniyorum bazen, evde oturuyorum sonunda. Evde olmayı seviyorum, kitap okurum, müzik dinlerim, dizi izlerim. Arka arkaya dizilerin sezonlarını bitirip beynimi bulandırmayı severim. Vakit bulursam yelken yapmayı da çok seviyorum.

Çok güzel bir kadınsınız, nasıl koruyorsunuz bunu?
Şaşırıyorlar hatta yanlış mesleğe yönelmişsin diyorlar ama bakımı, kuaförü, makyajı hiç sevmem. Tek yaptığım eve geldiğimde gücüm olursa makyajımı silmek ve krem sürmek. Haftada ya da 15 günde bir kendi kendime bir peeling yaparım. Bu kadar…

Peki spor?
Söylediğim gibi sadece yelken seviyorum. Salon sporu yapmıyorum, hiç sevmem. İyi de yemek yerim(gülüyor). En sevdiğim yemeklerden biri patates. Patatesin her halini seviyorum. Sabah-öğlen-akşam patates yiyebilirim.

“Yeni nesil başrol oynadı diye oldum zannediyor. Öyle olmuyor bu iş. O kadar kolay olsaydı, büyük oyuncular yıllarca emek vermezlerdi. Benim 10. senem hala da emek veriyorum. Daha öncesinde reklam ve sunuculuk deneyimlerim de var. Yükselip alçalmak çok kolay, ben belirli bir çizgide uzun yıllar gidebilmeyi tercih ediyorum.” 

Nasıl bir makyaj tercih edersiniz?
Çok ağır makyajları hiç sevmiyorum. Gündüzleri işim yoksa makyaj yapmayı sevmem. Yaparsam da kendim yaparım genelde. Zaten sıkılıyorum, çok fazla uğraşmaktan ya da uğraşılmasından hoşlanmıyorum. Mesela cilt bakımı da beni çok sıkar.

Alışverişle aranız nasıl?
Onu da hiç sevmem diyebilirim. Alacaklarımı bir saat içinde alır ve bitiririm. Kardeşim en büyük tanığım bu konuda. Alışverişe çıkıyorsa “bana şu renk bir kazak alır mısın?” dediğim çok olur. Genelde kendim de denemeden alırım. İşimle çok tezat ama böyle.

Herkesin bu kadar tasarım konuştuğu, kendisini giyim kuşamla var ettiği bir dönemde üzerinizde bir baskı oluşmadı mı hiç?
Umurumda değil, ben çok düz ve standart giyinirim. Dökülen bir kot, t-shirt giyer öyle çıkarım sokağa. Normal hayatta çok fazla alışveriş yapmama gerek olmuyor zaten bu sayede. Topuklu giymek istemem, zaten işim gereği şık ve gösterişli giyinmek, topuklu ayakkabı kullanmak zorunda kalıyorum. Günlük hayatımda sadeliği seviyorum.

Hangi mekanları sever, en çok nerelere gidersiniz İstanbul’da?
Samatya ve Ahırkapı en sevdiğim yerler. Giritli Restoran vardır Ahırkapı’da.  Alacakaranlık çekilirken setimiz restoranın bir arka sokağındaydı. Sık sık kaçıp giderdik, hala da çok severim.

Gelecek planlamam dediniz, peki evliliğe nasıl bakıyorsunuz?
Yaş itibariyle kendimi mecbur hissediyorum artık çünkü çocuk sahibi olmak istiyorum. Bir yaştan sonra daha da zorlaşıyor, insan kendi hayatına odaklanmaya başlıyor, bu bencillik bende de yavaş yavaş kendisini göstermeye başladı. O yüzden daha fazla uzatmadan mutlaka çocuk yapmak gerek diye düşünüyorum. Dolayısıyla evliliğe de daha sıcak bakıyorum.